İnsanlık tarihi boyunca birçok kültürde, dinlerde, kadim öğretilerde, felsefede, bilimde farklı farklı şekillerde tanımlanmıştır.
Aydınlanma, insanın uyanışıdır.
Ruhsal ergenlik yani beşeri halden kurtulup ruhsal olgunluk haline yani kemalata çıkışıdır.
Tasarlanılan üzere gerçek bir ‘insan’ olma, miraç, en üst potansiyeline ulaşma, kendini keşif, idrak sıçrayışıdır.
Fakat hepsinin temeline bakarsak;
Aydınlanma: insanın düşünme ve değerlendirmede belli toplumsal kalıplara, ön yargılara, çevre tarafından öğrenilmiş şeylere bağlı olmaktan kurtulup yani zihnin zindanından özgürleşip tamamen kendi akıl ve sezileriyle hayatını yönlendirebilmesi, kendisinin ve sistemin farkında olarak yaşamasıdır.
Yani bilincin, idrakin en üst seviyesidir. Karanlıktan ışığa çıkıştır.
Varoluşun sırlarına vakıf olmak ve varoluş yasalarına uygun şekilde yaşamaktır.
Bunun için önce kendini tanımaktır ve kendinin efendisi olabilmektir.
Aslında en kestirme tanımı; unuttuklarımızı hatırlamak ve açığa çıkarmaktır. Çünkü ‘insan’ kelimesi ‘nisyan’ ve ‘üns’ sözcüklerinin birleşimidir. ‘Nisyan’ unutan, ‘üns’ ise Allah’a yakınlık, bağ kurmak demektir. Tek bir kelime kendi içinde hem soruyu hem de cevabını ne de güzel ortaya koyuyor.
Bu öyle tarif edildiği gibi kolay bir sözcük değildir. Bunun için, insanlığın geçtiği tüm aşamalardan kişinin bir bir kendi içinde geçmesi gerekir ve daha da öte giderek idrak sıçraması yaşaması gerekir.
Bu tıpkı hamilelik ve doğum süreci gibidir. İnsan kendinden yeni bir ben doğurur.
Çok uzun ve zorlu bir yoldur. “Kıldan ince, kılıçtan keskin” demeleri bu yüzdendir.
Aydınlanma: aynı zamanda bilgi hamallığı da değildir. Kişi önce bir temizlik sürecinden geçer, zihin temizliği. Önceden öğrenilmiş tüm yanlış bilgileri, yargıları, inançlarını temizler ve temiz bir sayfa açar.
Sonra zihninde açtığı temiz sayfalarını ilimle, doğru bilgiyle bir bir doldurmaya başlar.
Bu kısım kişinin kendine düşen en büyük sorumluluğudur. Önce doğru bilgilerle sağlam bir altyapı hazırlamak. Fakat bilgi üstüne bilgi’den daha öte gidilemezse, bu da bilgi hamallığıdır ki bu sefer kişi için şifa değil zehire döner. Tadı kaçar, acılaşır.
Bilgiden sonra daha öte gidemeyeceği bir noktaya gelir sonunda kişi. Öğrenebileceği her şeyi öğrenmiştir ama hala hayata geçirememiştir. Yani bilir ama bir türlü yaşayamaz.
Mevlana’nın Şems’e kavuşana kadar ki sürecidir bu durum. O ana kadar kişi üzerine düşen her şeyi yapmıştır, niyetini ve dualarını çabasıyla ortaya koymuştur.
İşte buradan ötesi varlığın rızasına kalmıştır artık. Kişinin nasibindeyse, zihninde bildiği tüm bilgiler haline yansımaya başlar, varlığında açığa çıkar. Gerçek aydınlanmayı, idrak açılımlarını yaşar. Öğrenilen bilginin doğrudan deneyimlenerek şahit olma durumu derler bu hale.
Peki insanlık tarihinde aydınlanmanın önemi nedir?
İnsanlık binlerce yıldır kat ettiği ‘insan’ olma yolculuğunda her zaman içinde bir yerde hissettiği eksiklik ve kökünden uzak hissetme nedeniyle hep bir arayışta olmuştur.
Doğamız gereği ne kadar güce sahip olsak, ne kadar çok şey elde etsek de yetinememe ve eksiklik hissiyatından kaynaklı sürekli bir arayıştayız ve bu böyle devam edecek.
Ta ki tamamıyla bir bütünlük ve teklik anlayışına gelene dek.
Hayvandan hallice olan insansı doğamız gereği, bu boşluğu doldurmak için bir havuçtan diğerine koşuşturarak geçip gitti hayatlarımız, atalarımızın hayatları, binlerce yıldır dünyaya gelip giden insanların hayatı.
Bu yolda ortaya çıkmış birçok yol ve yöntemler oldu: Şamanizm, felsefe, kabala, sufizm, uzak doğu öğretileri, Hint öğretileri, Budizm, Astroloji, dinler vs.
Gelmiş geçmiş dünyanın her bir yerinde var olmuş kadim üstatlar binlerce yıldır farklı dillerde hep aynı şeyi anlatmaya çalıştılar:
“Biz neden bu dünyadayız?”, “Varoluşun amacı nedir?”, “Bizim amacımız nedir?”, “Biz varoluşun neresindeyiz?”
Her birinin yöntemleri, yolları çeşitlilik gösterse de geldikleri sonuç, anlattıkları hakikat hep aynı kalmıştır.
Bu sorulara cevap bulmak insanlığın varoluş sebebidir.
Unutmuş olduğu hakikati yeniden hatırlamak ve hayata geçirmek bizim kendimiz için yarattığımız zindanlardan tek kurtuluşumuzdur.
O yüzden bu kadar önemlidir bu konu. Çünkü bu konu, her şeyin başı ve her şeyin sonudur.