Öğrenmeye devam et

Her şeyi öğrendiğini düşünmek

İnsan küçükken babasından daha çok şey bildiğini sanıyor, oysa büyüdükçe bildiklerinin çok daha az olduğunu aslında… Hayat, bir deneyimler manzumesidir. Ne sadece dirsek çürütmekle öğrenilir, ne de uzun yollar arşınlamakla…

Bir derviş tüm tedrisatını tamamladığını düşündükten sonra bir gün cuma namazını kılmak için camiye gidiyor ve hocanın minberde yanlış anlattığı bilgileri cemaatin içinde dile getirerek, dayaklık oluyor. Hurafe bunlar deyip, kendini tutamayarak “Saçını başını yolun” dediği hocanın hışmına uğrayarak, bir anda kendisi cemaatin hedefi haline geliyor. Esas saçı, başı yolunan da kendisi oluyor.

Derviş her şeyi öğrenmiş olduğunu düşünürken, neyi öğrenememiş olduğunu anlamak için tekrar çıktığı tekkenin yolunu tutuyor. Varıp, yaşadığı durumu anlattığında “İlmi siyaseti öğrenmemiştin” diyor, tekkenin ileri gelenlerinden birisi.

İlmi siyaset doğruyu kırmadan, dökmeden dile getirmektir.

Derviş bunu öğrendikten sonra yine aynı caminin yolunu tutup, aynı hocanın karşısına geçiyor. Yine hocanın kürsüde anlattığı yanlış, yanıltıcı lafları işitince cemaate dönüp, bu sefer “Ne mübarek hoca! Bu mübarek zatın saçından, sakalından bir tel alan cennete gider”, deyiveriyor. Bunun üzerine cemaatin yoğun ilgisine uğrayan hocanın yolunmadık ne saçı, ne de sakalı kalıyor. Hoca öyle bir hücuma maruz kalıyor ki, kolay kolay kendine gelemiyor.

Öğrenmeye devam et

İşte insan her şeyi öğrendiğini düşünüyorsa büyük bir yanılgıdadır. Çünkü ömür biter, öğrenmek bitmez.

Bunun yanı sıra yaptığınız işin de, nefes aldığınız hayatın da, ait olduğunuz takımın da bir amacı olmalıdır. Amaç yoksa, doğru belirlenmemişse ya da hiç bilinmiyorsa bundan daha acıklı bir şey olamaz. Sadece yaptığınız her ne ise yapraklar gibi savrulup, durursunuz. Bir apartman yöneticisinin de, bir holding yöneticisinin de bir amacı olmalıdır ve diğerlerini bu amaç etrafında birleştirmelidir. Gerisi sonra gelir. Hayat denizine savrulacak ilk oltadır, amaçların belirlenmesi…

Benim bu konuya bu kadar hassaslaşmam aslında bir gazetenin insan kaynakları ekinde okuduğum bir sözle başladı. Çok etkilemişti beni. Bu söz sonradan bir pilot ve yazar olduğunu öğrendiğim Fransız Antoine de Saint Exupery’ye aitti. Bu sözü kadar yaşamı da, ilginç gelmişti bana Exupery’nin.

Aristokrat bir aileye mensupken dört yaşında babasını kaybedince hızla yoksullaşmış bir çevrede büyümüş. Küçük yaşlarda uçaklara olan merakına askerlik görevi sırasında hava kuvvetlerinde teknisyen olarak görev alarak, kavuşmuş ve pilotluk eğitimi almış. Askerlikten sonra ticari yaşantısı başarısız olunca yazı yazmaya başlamış. Daha sonra hayatında bir dönüm noktası gelmiş ve posta servisi şirketindeki bir uçağın pilotu olmuş. İlk kitabı olan “Güney Postası”nda ilk uçuş deneyimlerini anlatmış. Daha sonra aynı şirketin Arjantin bölge sorumluluğuna getirilmiş ve “Gece Uçuşu” adlı romanında Arjantin’deki yaşantısını kaleme almış. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Fransa’nın Alman işgaline uğraması üzerine sağlık durumu elverişli olmamasına rağmen askere yazılmış. Savaşın neden olduğu yıkımın ortasında dünyaya bir umut mesajı vermek üzere bir çocuğun gözüyle yazdığı “Küçük Prens” ise en önemli eseri olmuş. Bir keşif uçuşu sırasında uçağının vurulmasıyla kırk dört yaşında Marsilya açıklarında denize düşerek, kitaplarından ve uçaklarından ayrı kalmış.

Hayatımda pek Fransız tanımış olmasam da, bu insana bir yakınlık duydum, saygı ve takdirle.

Kafamın içinde müstesna bir yer edinen o söze gelecek olursak, demiş ki; “Bir gemi mi yapmak istiyorsunuz? Yapılacak işleri paylaştırıp, emirler yağdırmak yerine insanların görkemli denizlere açılmak için yanıp tutuşmalarını sağlayın.”

Benim için iş hayatımın da, yazma uğraşımın da, ulvi bir amacı vardı hep. İnsanlara gerçekten bir şeyler öğretmek! Sabırla bilemek zihinleri, bir kandil yakmak bilinçlerde. İnsan öğretmeye çalışınca kendini de daha çok öğrenmeye mecbur görüyor. Çünkü ne öğrenmekle bitecek gibi, ne de öğretmekle hayat…

Bir Çin Atasözü de, “Bana balık vereceğine balık tutmasını öğret” der.

Bu söz aslında eğitimin temel bir felsefesini ifade ediyor. Bizim eğitim sistemimiz çocuklara ezberciliği ve test çözmeyi öğretiyor. Sonra o çocuklar basit bir dilekçe bile yazmaktan, iki cümle bile kurmaktan aciz kalıyorlar. Okuldan mezun olunca sudan çıkmış balığa dönüyorlar, heder oluyorlar. Hazırcılığa alışıyorlar. Yaratıcılığın manasını kavrayamıyorlar. Bilgiyi yarışma sorusu sanıyorlar, davranışlarına yansıtmıyorlar.

Ben yazmayı ilk kompozisyon ödevimde öğrendim. Evde bana kompozisyon yazmasını öğretecek olan kimse yoktu. Etrafımızda bunu biraz olsun gösterebilecek bir komşumuz vardı ve utanıp, sıkılarak gitmiştim kapısına. Kompozisyon ödevlerimi her seferinde bir başkasına yazdıramazdım. Buna kendimi vermekten ve kendim yazmaktan başka çarem yoktu. O günlük ödevim için hazır bir yazı istemedim, sadece bir yazının inceliklerini öğrenmek istedim… Hala yazıyorum o gün, bugündür… Yazmaktan alıkoyarsam kendimi sözcüklerime, cümlelerime sırt çeviririm diye düşünüyorum. Hayat ödevimi bilip, herkese öğretmeye çalışıyorum…

Her şeyi öğrendiğini düşünmek…

Bu yanılgıya kapılma, öğrenmeye devam et…

Yazar Hakkında

Eğitmen ve yazar Fuat Sağıroğlu 1979 yılı İstanbul doğumlu olup, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunudur. Kendisi Eğitim ve Gelişim Yönetimi alanında görev yapmaktadır. Fuat Sağıroğlu’nun “Eğitimin Mutfağından Sahnesine”, “Dünya’nın Son Savaşı” ve “Aşk Burada Çekmiyor” adlı üç kitabı bulunmaktadır. "Eğitimin Mutfağından Sahnesine - Eğitim ve Gelişim Yönetimi" adlı mesleki kitabı 2022 yılı sonunda Akademisyen Kitabevi'nden çıkmış olup, kurumsal eğitim alanına önemli bir katkı sunmayı amaçlamaktadır.

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir