Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kendini taşıyamayan, kimseyle yürüyemez

Acıyı aşk partneri yapmamak gerek

Kollektif algı, sıradan ve görünen dünyanın bakış açısının sabitlendiği yerden bakıp, her şeyi ona göre yorumluyor.

Hormon kaotik çorbasından ibaret canlı türü olan insanın mukadderatını çözmek hiç zor da değil aslında. Hormonların dengedeyse, duyguların seni değil, sen onları yönetirsin. Hormonun kadar konuş! diyebileceğimiz bir tür hormonlar bileşkesiyiz. Bizi yöneten de hormonlarımız aslında. Dengeleri bozulduğu anda dengemiz de bozuluyor. İçimizdeki Animus ve Anima birbirine giriyor. İç savaş başlıyor. Hastalıkların kapısı açılıyor. Acı, endorfin salgılatıyor.

Kendini taşıyamayan, kimseyle yürüyemez

Zaten, olur olmadık, hokkabazlık yapan, ucubelerle, osuruğu cinli insanlarla birlikte yaşadığımızı unutmayalım. Hatta bu güruh yönetiyor dünyayı. Türümüzün de son dönem geldiği nokta, aşırı ölçülerde beklentili, onaylanma ve beğenilme açlığı ve arzusu. Onaylanmak, pohpohlanmak, sıvazlanmak, pışpışlanmak vs vs… Değmeyin keyfine. Çok uygarız, çok.

Mizah şu: Hiçbir farkındalığı olmayan insanlar kendilerini çok farklı görüyorlar. Para, iktidar, güç ortaklığının büyüklenmeci üretimi.

Gerçi çok bilmişliğin de, bilinci sarkastik ukalalıkla gölgelendiren bir tarafı ve özentili bilgi yoluyla mevcut dünyaya sabitlenme tehlikesi de var. Daha çok bildiğimizi sandıkça kendimizi daha çok önemli hissediyoruz. Sosyal medya ve forumlarda bolca denk gelebilirsiniz. İroninin tahtına göz dikmiş mesnetsiz sarkazm ebeliği. Gülümseme ve kahkaha fabrikalarımız.

Bu yoğun karmaşanın içinde bir an gelir, geçmişte bıraktığınız şeyleri düşünür, yaptığınız seçimleri sorgularsınız. Kendinize itiraf edemediğiniz her şey yüzeye çıkmak için volkan gibi kaynar derinliklerinizde. Yaşadım bitti sandığınız Dünyasal gerçekler kendini sorgulatırken, iç sesiniz eski izlerin farkındalığını yaşar. Kimse aksini iddia etmesin; eskiye rağbet vardır her zaman ve bit pazarına nur yağar. Hayatlarımızdaki tamamlanmamış tinsel bağlantılar içimizde filizlenen huzur arayışını gölgeler. Tinsel bağın çağrısını duymak için yalnız ve bağımsız olmak gerekir. Duygusallıklarınızla açtığınız enerji çatlaklarından sızar yanlış kararların yarattığı pişmanlıklar. Hayatı anlamlı kılmak için yırtmadığınız yeriniz kalmaz ama hayat size beklediğiniz yanıtları vermeyebilir. Doğanın bile vericiliğini ve işaretlerini sizden esirgediğini sanırsınız. Peronda tek başına kaçırdığınız trenin arkasından bakar kalırsınız.

Peki ama nerede yahu o titreşim? İnsanlık sıkılmadı mı artık drama üretim fabrikası olmaktan?

Cadı pusulası önümde, büyülü alana açılan delikten bakan kendi boyadığım kaleydoskop dürbünüm gözümde. Bakıyorum da; çokça manipüle edilmiş bir idrak haritası üzerinde uyanık bir rüyada ilerliyoruz.

Tehlike büyük: Dünyanızı küçücük bir cep telefonu içine sığdırırsanız, evrenin sonsuzluğunun ayırdına varabilmeniz imkansızdır. “Hayallerim, rüyalarım, on metre kare içinde koca dünya yarattım” diye istediğiniz kadar kendinizi kandırın. Sevgililer gelir gider, ‘sevdiğin’ kalır niyette; tanışsan bile tanıyamazsın yoldaşını, çünkü gözünde çoktan sosyal medya kataraktı oluşmuştur.

Sonra birdenbire, kendi yalnızlığınla kavga ederken aydınlanırsın bir gıdım. Yanlış müttefiklerle niyetin savaş alanlarında perişan olduğunu; kimsenin kimseye ait olmadığı, bağlantının sıradan resmi evraklarla mühürlenmediği büyülü alana geçmek için; önce kendi kendini kandırmaktan vazgeçmen gerektiğini anlarsın. Gerçek daha ne kadar önünde eğilip bükülerek bir başka gerçeklik olduğunu gözüne soksun ki?

Zihin bulanık, dünyalar sisli, algılar yıkıksa; birlikte yürüdüğünü sandığın kişinin algısı çarpıksa, senin yolunda yürüyen biri değildir. Mahalleyi boydan boya yürümek çok daha verimlidir. Yol arkadaşlığı büyülü evrene doğru yürürken şeffaflık ister, içsel bütünlük ister, kendi gölgesini tanıma cesareti ister. Hayır, hayır; fazla bir şey istemez; özünde niyete kusursuzca bağlılık ister.

Çünkü idrak, niyet yolunda ilerleyen savaşçının nefesidir. İdraktan yoksun olanlar için ise; kader bağları, yoldaşlık için yeterli değildir. Yol kendi başına canlı bir organizma gibidir çünkü; yabancı bilinç katmanlarını kusar, atar. Yoldaşlık edebilmek, bireylerin kendi ağırlıklarının efendisi olmalarıyla mümkün olsa gerek. Sysyphos bile taşır durur sonsuza dek tek başına, kendini.

Hiç kuşkusuz, ruhun örümcek ağı misali attığı bağ, aklın anlayabileceğinden çok daha eski ve çok daha hızlı. İki insan arasında kurulan tinsel bağ, bedenin arzularından veya zihnin hikâyelerinden daha dürüst. Fakat bir bağın varlığı, her iki tarafın da onu taşıyabileceği anlamına gelmiyor mirim. Bazı insanlar o bağlantıyı sezse bile, onun ağırlığının altında eziliyor. Çünkü tinsel bağ, sorumluluk ister; berraklık ister; kişinin kendinden kaçmamasını ister. Kaldıramayan, bağın ışığını değil, keçeleşmiş baskısını hisseder. Bu yüzden bazıları bağdan değil, kendi yetersizliğinden kaçar. Bağ kalır, ama kişi o bağın gerektirdiği bilinci, cesareti ve duruluğu taşıyamaz.

Savaşçı yolunda karşılaşan ruhlar birbirlerini tanır. Bağ tinsel alanda kurulur, ama o bağın dünyadaki yürüyüşe dönüşmesi için her iki kişinin de kendini taşıyabilmesi gerekir. Kendisini taşıyamayan biri, bağlantıyı da taşıyamaz. Bağ kopmaz; fakat kişi bağı idrak edemez, ona layık olamaz, hatta bazen o bağı bir tehdit sanır. Bu yüzden tinsel birliktelikler çoğu zaman insanların kapasitesine takılır; bağ olduğundan değil, onu kaldıracak omuz bulunmadığından. O yüzden herkes kendi oluşturduğu simülasyona benzer simülasyonlar oluşturmuş kişilerle “tonal” adı verilen dünya gerçekliğinde eşleşiyorlar belki de. Çünkü korkunun yönettiği simülasyonların başka türlü eşleşmesi zor görünüyor. Korku, korkuyu çeken bir mıknatıs oluyor.

Tinsel bağ çoğu insanın sandığı gibi öyle vıcık vıcık romantik bir şey de değil. Daha çok berrak bir su gibi. Yansımada, kişinin kendini görmesini sağlıyor. Kendini görmek ise özellikle egosu gelişmesi gerektiği ölçülerde gelişmemiş olanlara çoğunlukla büyük bir acı verir. Ben yerlerde sürünenleri gördüm. Bu yüzden bazı insanlar büyük bağlardan kaçarken küçük cehennemlere razı oluyorlar. Taşların içinden pirinç ayıklamak gibi bir şey olsa gerek bu.

Yalnızlığı, hakikat pusulası yapabildiniz mi? Sözcükleri tüy gibi taşıyarak ve bireysel bir vicdanla değil evrensel bir vicdandan yansıyan ışıkla yürüyor musunuz? Bu tiyatro oyununda siz kuliste kahvenizi yudumlarken, bütün oyuncuların replikleri sadece birbirleriyle konuşuyor, duyuyor musunuz? Hakkımda o şunu demiş, bu onu demiş, öyle sanmış, böyle sanmış artık hiç ama hiç ilgilenmediğiniz bir durum haline geldi mi? Yoksa siz hala o en eski “el alem çetesi” ne mi aitsiniz?

Yaşadığımız bu tonal, çarpık dünyada artık çelik bilek olmak yeterli değil, çelik yürek olma zamanı. Çünkü dünya yani tonal gerçeklik çok garip. İnsan neslinin üremesi için gerekli olan fiiliyat bile nasıl olmuş da yıllardır dönüp dolaşıp küfür haline gelmiş! Kadın, erkek fark etmeksizin ‘koymadığımız’ delik yok sanki. Bilim kurgu dizilerinde, zombi filmlerinde bile hayatın yegâne amacı cinsel birleşmeymiş gibi gösterilirken, gündelik dilde aynı eylem kavgaya ve ölümüne sebep bile olabiliyor. Cezalandırıcı mükafat mı bu durum? Türün devamlılığı için gereken fiiliyat bu kadar oksimoron olabilir mi?

Sado-mazoşist tarzda ilişkiler ya da “katlana katlana, diş sıkarak arınmak”, “yaşayarak göreceğim, bu da benim yolum” fantezisi gibi abartılı söylemler, kişisel önemi kırmak yerine, acıya tapınmanın tali yolları gibi. Bu durumda acı bireyselleşir; aşk partnerin haline gelir. Kaldırmak gerek o dev aynasını her yerden. Sahte görüntüleri şeytan doldurur. Avukatı olursun bir anda. Yapay zekanın mekanik sevimlilikleri bile kurtaramaz seni.

Hey sevgili yolcu; Ego masum değildir ve kendine yeni bir önemlilik maskesi takar: “Bakın bana ne kadar çok dayanıklıyım ne kadar yüce gönüllüyüm. Ne kadar sabırlıyım…” Aslında tüm bunlar hâlâ kişisel önemin ta kendisidir, boyacı küpüne batmış çıkmış. Kendine acımanın en masum suratlı maskesi. Malzeme bu.

Aslında sizi ‘seçen’ türdeş değil, sizi ‘gören’ olmalı, aranması gereken yoldaş. Titreşim de değişim de orada. O zaman sevginin özü şefkat olur, sonsuzlukta titreşir. Gerçek bir başarı da hiçbir yere taht kurmaz. Bazı konularda ham hayallere kapılmak; tuzlu suda alabalık avlamayı beklemeye benziyor. Kim bilir belki nesli tükenmediyse, atası gelir diye bekle dur gurbet denizlerinde.

 

Rüya Gösterge

Yazar

Exit mobile version