Kutsal Bilgi peşindeysen, bal arısı olman lazım…
Kutsal Bilgi’ye kimin layık olup kimin olmadığını kim karar verir? Kimse. Evet, kimse buna karar veremez. Çünkü Bilgi kendisi seçer ona layık olanı. Yasa öyle işler. SIR KENDİ KENDİNİ KORUYOR.
Kim ki alt motivasyonların titreşimlerinden azat olduysa, Sırlı Bilgi ona kendini açar. Çünkü öyle biri bu bilgiyi en uygun ve yararlı şekilde kullanır. Tasavvuf bilgelerinin dediği gibi, ‘siz bilgiyi almaya hazır olandan onu saklayamazsınız, hazır olmayana da veremezsiniz’. O yüzden, bu konuyu İdris Şah’ın ‘Sofu’nun Yolu’ kitabından bir şiirle başlamak güzel olur:
Ben, bilenim ama ne bildiğini bilemeyenim,
Bütünlük ve birliğe kavuşabilseydim. Uyanırdım o zaman.
Ben, bir zamanlar bilen ama şimdi unutan:
Her şeyin kaynağına ulaşabilseydim.
Ben, bilmek istemeyen, ama yine de bilmem lazım diye tekrarlayan
Işığa giden tehlikesiz yolu bulabilseydim.
Ben, yine bilmeyen ve ne bilmediğimi bilen
Aradığım bilginin gücüne dolabilseydim.
Kendi cehaletimin esaretinden kurtulabilseydim.
O ki bilen, Bilen olduğunu bilen
Onun peşinden başkaları da gideceklerdir,
Onun sadece var olması bile insanları değiştirir
Bize kadar olan yolcular gibi,
Bizden sonra yolda olanlar gibi,
Bizde de öyle,
Biz görevli olduğumuzu ve vazifelerimizi onaylıyoruz
Ve öyledir!
(Rusçadan çeviren: Nodira İbrahim Güçsav)
Yaklaşık 5 sene önce kendilerine ‘bal arıları’ (Sarmun) diyen insanların topluluğu var olduğunu öğrenmiştim. Çokça önümüze çıkabilecek garip bilgiler arasında bunun ilgimi çekmesine neden olan şey, 20’li yaşlarımda gördüğüm bir sanrı ve onun içinde duyduğum sözlerdi. Bu sanrıyı ‘İki Dünya Arasında’ adlı kitabımda da yazmıştım ve benim için önemli olanı, onunla başlanan zorlu ama sıra dışı bir hayat yoludur. İçsel dünyam benimle o dönemlerde bir başka düzeyde, kendine has bir dilde ve tarzda iletişimi başlatmıştı. Ondan sonraki hayatım boyunca tekrar tekrar hatırladım bu sanrıyı; kısa süren ama çok uzun yıllar şifre gibi aşama aşama çözmem lazım olan içeriklerdi. O zamanlar Orta Asya’da, Oğuzların köhne yurdu olan Horezm’de yaşıyordum ve hayat benim için henüz yeni başlamıştı. Üniversiteyi dışarıda okurken, hem kendi fakültemde laborant ve ressam olarak iki işte çalışıyordum. Sanrıyı görmeden önce, hayatımda ilk defa usumu kaybetmiş, yere düşmüşüm, iyi ki evimdeydim ve kendime geldiğimde beynimde ‘arı, baları’ sözleri tekrarlanıp duruyordu. Zihnim bir sert teessüf etmiş gibi oldu: “Bu ne ya ne arısı ne balı!” Sonra sanrımdaki çok boyutlu gibi olan görüntüleri hatırlamaya başladım ve büyük bir kederle söylenen cümleleri bir daha duymuş gibi oldum: ’Sahte ballar çoğaldı, bal arıları hastalanıyorlar’. Bir şuurlu topluluk vardı, onların arasındayım ama bildiğim hiçbir canlı türüne ait değildi, buna rağmen onların şuurlu olduklarının farkındaydım. O sanrıdan sonra rüyalarımda okul sahneleri, öğretmen gibi olan varlıklar, tanımadığım yerlerin manzaralarında tanımadığım insan yüzleri, arşiv veya kütüphaneyi hatırlatan ama bambaşka düzeyde olan, henüz benim bilmediğim bir kurum veya birimden duru görü, duru duyu yoluyla mesajlar, görüntüler almaya başladım. Gerçek hayatta ise hiçbir ipucu, hiç kimse veya bana bunlarla bir şeyler anlatan yoktu. Neyse, Zaman adlı öğretmen, kendi akışında beni bazen çok yavaş ve sıkıntılı bazen çok hızlı ve dayanılması zor tempolarla, adım adım bir Menzile getirdi. Kader beni Türkiye’ye getirmesi de artık şaşırtmıyor, burada farklı bir Alan var, görünmeden çalışan bir merkez, ama ben, şimdi o Görünmez Okul konusuna geri döneceğim.
En çok bilgi alacağım ve makul bir dilde anlatılan kaynak, J.Bennet’in ‘Bilgelik Öğretmenleri’ kitabı oldu. Rusça okuduğum bu kitapta, o eski zamanlarda Dünya tarihinde çok farklı yeri olan, Kaos’a karşı savaş sürdürme yolunda kendi gizli okul sistemini, eğitim usullerini, yaşam tarzları için net kurallar oluşturan bir topluluğun izi sürülür. Bu kitabı iyi anlamak için bana 20 seneden aşkın yıl hem bilimsel hem spiritüel, mitolojik konularda araştırmalar yapmam, sayısız içsel ve dışsal deneyimler yaşamam, sayısızca da mesajlar, rüyalar, sanrılar, duru görü görüntülerini analiz etmem lazım oldu.
İnsanlığın İç Çemberi…
Aklınıza hemen ‘derin devlet’ tarzında bir şeyler geliyor değil mi? Konu üzerine araştırdığımda ilk zamanlarda bende de benzer çağrışımlar oluşuyordu. Her şeyi yöneten kurallar vardır. Tıpkı hem fiziksel hem metafiziksel alanların bazı tek yasalarla işlediği gibi. İnsan kavramları da bu alanların dışa vurması, izdüşümü değil mi zaten. Ama bu ‘izdüşümleri her kes veya her topluluk, her gelenek kendine özgü görüşüyle ve anlatım sistemiyle yorumlar. Dolayısıyla toplumsal olaylar, sosyal değişimler, ruhsal gelişim ve dejenerasyonlar da bunlara göre oluyor olmalı. Tarihi bir başka düzeyde, ‘İçten’ gözlemlemek bizi erinde sonunda bildiğimizden tamamen farklı, başka bir Dünya’nın olduğu kanısına getiriyor. Ama olağan zihnimizin algılaya bildiği boyuta geçtiğimizde daha farklı algoritmaları olan, kısa vadeli sürede işimize yarayacak olan çözümleme düzeyine geçeriz. İnsanlık çok uzun süre ‘yüksek boyutu’ sıradan ‘dünyevi boyuttan’ özenle ayrı algılaya gelmiştir.
Modern kuantum bilgisi ise bize her şeyin aynı AN ’da olduğu, aynı biz, birçok başka boyutlarda da mevcut olduğumuz anlatmaya çalışır. Beyinlerimiz ve kalplerimizin manyetik alanlar düzeyindeki kurallarda çalıştığını kavramamız mümkün olduğu, her ne kadar boyutlar arası farklar olsa da her boyutun ve her şeyin birbiriyle sıkı sıkıya bağlı olduğunu, genetikle ilgili bilgilerimizin izini sürerek tarihi göçleri ve etnogenezi belirleyebileceğimiz bu dönemde, yaşadığımız bu dünyanın sayısız holografik versiyonu olduğunu da bilmekteyiz. Şuurumuzun en üst düzeyi alttaki kavramlar düzeyine kendine özgü dil ve usullerde durmadan mesajlar verdiğini, bir şekilde iletişimde olduğunu da anlıyoruz. Neospiritüalizmin esasçısı üstat B. Ruhselman, Yönetici Hiyerarşik alemi anlatmadan önce, 20. yy. başlangıcında Blavatsky, Rerih, Gurdjiyef vs.ler tarafından Dünya’ insanlığın gerçek tarihi ve olası geleceğine doğru muazzam köprüler kurulmuştu. Elbet, bu işlerin her zaman Bir Gizli Okulu da oldu. Evet çokça gizli okullar olduğunu, gizli cemiyetler çalıştığını zaten biliyoruz. Ama anlatmak istediğim Gizli Görünmez Okul mevhumu başka bir konudur. Kökünün, yönetiminin dünya dışı boyutta olarak, ama tüm dünyadaki ‘şubelerini’, elemanlarını bağlantıda tutan Okul’dur anlatmak istediğim. Belli kaynakların işaret ettiğine göre de eskilerden Orta Asya’da olan, şimdi Türkiye’ye kayan bir Merkez’le yönetildi. Belli bir dönemlerde İZN verilen bilgiler paketi bazı insanlar yoluyla halka açık hale getirildi, bunların dışındaki bilgi toplama, saklama işleri tamamen gizli yürütüldü. Bilginin insanlardan kıskanıldığı için değil, kötüye kullanılmaması, yanlış yorumlanıp zarara yol açmaması, saptırılarak, sömürülmemesi ve nihayet: BİLGİ ALMANIN ZOR OLDUĞU içindir. Her kes her bilgiyi kaldıramaz, taşınamayan her şey fazladır…
Bilge Öğretmenler, Gizli Ustalar hakkındaki efsanelerde ve söylencelerde süregelen öykülerin gerçeklik payı vardır. Gelenek veya efsaneye göre, Dünyanın gelişimini, büyük olayları ve devletleri yöneten Bilgeler veya Öğretmenler topluluğu vardır, onlar her zaman çok az sayıdalar ama İnsanlığın İç Çemberi olarak anılırlar. Orta Asya ve Yakın Doğuda bilge öğretmenlerin dünyadan uzak durmalarına rağmen, iki durumda: yaklaşan büyük felaketleri önlemek veya insanların düşünme tarzlarını değiştirmek üzere dünyevi boyuta karıştıkları, halkla iletişime geçtikleri anlatılır. Köklerini oralardan aldığı net olan Budizm’de de bodhisatvalar ve arhontlar kavramı mevcuttur. Tibet’te lama geleneği, Şarkta ise hep faaliyet sürdüren bir Hiyerarşi olduğuna inanırlar ve baş yönetenin de Kutb-i Zaman, yani Zamanın Ok’u olarak adlandırırlar. Büyük hükümdarların daima bu bilge hocalara saygı gösterdikleri, önemli konularda danıştıkları bilinir. Amir Timur, bir rüyasında Taşkent’ten 30 km uzaklıkta bir yeri ve orada duran bir beyaz deveyi görmüştür. Uyandıktan sonra oraya gittiğinde ünlü evliya, Ahmet Yesevi’den sonraki büyük hocalardan biri Zenci Ata’nın kabrini bulmuş ve oraya muhteşem kubbeli mezarlık kurdurmuştur. O’nun, hep yanında büyük hocaları, bilgeleri bulundurduğunu ve sözlerini dinlediğini de biliyoruz. Tasavvuf okullarında anlatılagelindiğine göre, Zamanın Ok’u unvanında olan hocalara ilahi sırların bildirildiği, onlar ise halka kendi erenleri, abdalları (gelişmiş, dönüşmüş insanlar) aracılığıyla insanlara ulaştırmışlardır. Bazı sufi tarikatlarının esasçıları sosyal anlamda birer reformatörlerdir (Nakşibendi, Bektaşi vs.).
Yazının devamında, izini yakaladığım Sarman adlı bir okulla ilgili bilgileri paylaşacağım.
Spritüel konularda yazılan ve şu an piyasada olan pek çok kitap batı kaynaklı. Aslında batı bu kavramlarla henüz tanıştı. İnternet onların çevirileri ile dolu. Ama sanki onlarda popüler kültürün bir parçası gibi. Yani nasıl desem derinliği yok sanli. Sizi bulmak beni çok mutlu etti. Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. Sevgiler
Handan Hanım, yorumunuz, düşünceleriniz beni çok ama çok mutlu etti. Ben çoktan yazıyorum, çiziyorum, araştırıyorum ama okurlarımla iletişimim henüz yeni başladı ve her okurum hem de onların fikri benim için çok değerli. İleride belli konular üzerine başlattığım kitaplarımı da tamamlayacağım. İletişimde olursak ve fikirlerinizi paylaşırsanız kitaplarım için çok yararlı olacak. Sevgi ve saygılarımla