Mutlu gibi çek panpa!

Kimi kandırıyoruz ki!

Fazla düşünmeye gerek yok aslında, dünyadaki tüm organik varlıklar, evet tabii ki insan türü de dahil, besindir. Doğar, büyür, gelişir, ölür ve bu döngü sonsuzluktan sonsuzluğa uzanan bir gerçeklik. Hilkat garibesi de olsan, dünya güzeli de bu gerçek değişmiyor. Ancak şöyle bir durum da var. Yaşadığımız süre boyunca da kontrolsüz duygusallıklarımızla enerjisel besin görevi yapıyoruz. Kontrolsüz duygularımız, göremediğimiz inorganik varlıkların besinidir sadece. Üzerinizde bir tükenmişlik hali varsa; buradan geliyor sanki.

Mutlu gibi çek panpa!Enerji bedenimizin dışına taşırdığımız duygularımız ki onlar özümüzü oluşturan cevherden kaotik zihin yoluyla sızan ışıltımızdır aslında; korkularımız, öfkelerimiz, hırslarımız, arzularımız, endişeler… Güçlü bir şekilde enerjimizi dışarıya püskürtür ve işte dikkat çekici bir besin kaynağı olarak ortalıkta gezinmeye başlamışızdır. Adeta bir tür her şey dahil otelin turistik, gösterişli açık büfesi gibiyizdir artık inorganikler, o bilinçsiz farkındalık enerjileri için. Sofrada sunduğumuz duygularımız, iştah açıcı öfkelerimiz, korkularımızla… Bunun en büyük zararı da “öz farkındalığımızdır.” Bile bile farkındalığımızı besin kaynağı haline getiriyoruz demektir bu aşırı dışa saldığımız duygular nedeniyle. Sorun bu varlıklarda değil tabii ki, bizim onlarla olan ilişkimizin ne kadar farkında olduğumuzda.

Kuşkusuz burada “arzu” için bir parantez açmak uygun oluyor, şöyle ki: Arzu, aslında, saf hâlinde güçlü bir duygudur ve yararlıdır, itici güç oluşturur; ancak sahiplenildiğinde hapishanedir. Çünkü sahiplenici arzu da farkındalığın önünde dikilen heybetli bir engele dönüşür. Biliyoruz ki; haz temelli anlamlar yüklenerek yaşanan her yönelim kişisel önem kaynaklı olduğu için insanı zayıflatıyor. Dile kolay gelen şekliyle söyleyecek olursak; niyetimiz; duyguların kölesi olmamak, duygulardan hapishane inşa etmemek!

Ve sıkı duralım, en sinsi besin kaynağı duygulardan biri de: “Özenmek”. Ancak burada söz konusu olan sadece birine, birilerine, duruma, kimliğe, ihtişama vs. özenmekten, o tür düşük frekanslı kıskançlıktan da öte: Bir öğretinin yolcusu olmak ile ona özenmek arasında, niyetin yönü bakımından neredeyse uçurum kadar fark var. Ondan sonra gelsin maskeler, gelsin sosyal medya kanalıyla sunulan tiyatral paylaşımlar! Hayır onlar “oyun” değil. Ah bizi bizden alan, varoluştaki öz farkındalığımızdan kopartan bilinçsiz algı! Bir öğretinin ışığına değil de gölgesine yönelirsek; tüm erkimizi kaybederiz.

“Ben de …… olmalıyım” diyen, içses değildir; o zihin sesidir, zihinden yansıyandır; bir tür dış sestir! İnsan, bu durumda, farkında olmadan öğretinin özünü yitirir; onu taklit eder ama sindiremez. Bu da enerjiyi tümüyle harcar, çünkü kaynak içte değil dıştadır. Zihin sesi dış dünyanın tüm kaotik sahiplenici algılarını taşır. Kişiyi öğretinin dışına atarken, savunduğu her şeyin tam tersini yaptırtır.

Yönümüzü karanlıktan aldığımız güçle buluyoruz. Çoğunlukla, romantik spiritüellerin korktukları karanlık aslında aydınlanma yolcusunun gücünü bulduğu yer. Asıl konu; tek taraflı aydınlıkta gözler kamaşmasın ya da karanlıkta körleşmeyelim. İşte; bilgeliğe dönüşmeyen bilginin yıkıcı gücü gölge taraflarımızdır. Gölge, ışık ve karanlığın buluştuğu eşiktir. Burada hem bilinenin yankısı hem bilinmeyenin çağrısı vardır. Savaşçı gölgeyi, iki dünya arasında geçiş kapısı gibi kullanır. Gölge ne tam görünür ne tam görünmezdir; bu yüzden eşiktir, bir tür geçit kapısıdır.

Ve ölümü hep ışık romantizmine hapsetmek aslında bilinmeyeni tanımlamaya çalışan görünen dünyanın kendini rahatlatma çabasından başka bir şey değil. Işığa yürüsek de karanlıktan doğarız.

Sonuç olarak; insan türünün, kendine verdiği aşırı önem, o vazgeçemediği “ben üstünüm” tarzındaki kendini kandırması; onun bizzat celladı haline dönüşüyor.

Evet, çünkü doğanın en şımarık çocuğu insan! Zihne yansıyan dünyasında uyuyor.

Biliyoruz ki, bilgi, doğası gereği bir güce sahip: Elbette; okuyan, bilen, yönlendirmeyi başarır. Ama bu bilgi içsel dönüşümle (bilgelikle) birleşmezse, dışa yönelir ve kontrol arzusuna dönüşür. Her zaman haklı olma ve üstte olma ihtiyacını besler. Büyük, küçük tiranlar yaratır. Diğer her şeyi nesneleştirir. Tarihteki en büyük yıkımların; öldürücü silahlar, atom bombası, propaganda makineleri, biyolojik silahlar; yüksek bilgi fakat sıfır bilgelik denkleminden yaratıklandırıldığını unutmayalım. Yoksa en basitiyle; şu aydınlanmayı, ara sokaklara adım başı projektör gibi sokak lambası koymak sanan bir zihniyetten ne farkımız kalır ki! Manipülasyonların silah gibi kendine dönmesidir sonuç. Sıradan hayatlara yedirilmiş öğretiler çorbası. O kılıf senin bu kılıf benim. İçi boşaltılmış sözcükler. Şaşalı sevgi pıtırcıkları. Tırnağının ucu değse o boyalı sevginin altından hırslar, kıskançlıklar, maddi çıkarlar pörtlüyor. Bir güvenin kemirmesiyle tüm niyet çözülüyor. Sanalda gizlenmiş somut çelişkiler.

Bilgi, gösteriş, silah, alet, hizmetkar gibi kullanmayıp, onu bir ayna gibi yansıttığımızda yoldaşımız olur. Zekanın bilinçli ve farkındalıklı hali. Doğanın her bir köşesinin bilgelikle dolu olduğunu görebilmenin farkındalığı. İşte bu yetenektir. Üst bilinç farkındalıklı ve bilinçli zekadır.

Yoksa sosyal medyada, forumlarda yaşadığımız sahte hayatların gösterişini, sanal olarak yaparken söyleyebileceğimiz tek şey; “Mutlu gibi çek panpa”!

 

Rüya Gösterge

 

Yazar

Benzer yazılar

1 Yorum

  1. Murat Tali - YY

    “Mutlu gibi çek panpa” ifaden, günümüzün parlatılmış yüzlerinin ardındaki sessiz gerçeği tek cümlede açığa çıkarıyor. Yazında, gösterilen mutluluk ile hissedilen boşluk arasındaki o ince çatlağı çok net işaret etmişsin. İnsan bazen en çok gülümsediği anda en derin sessizliğini taşır; sen o sessizliğin dilini iyi yakalamışsın.

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir