Nefese değinmeden önce sinir sistemine değinmek istiyorum. Nefes ritimleri, hareketliliğim dikkatimizi nereye verdiğimiz sinir sistemimizi dönüştürüyor. Sinir sistemi, hayatımızın merkezinde olan bir sistem çünkü gıda ile ilişkimizi sinir sistemi çok etkiliyor, para ile ilişkimizi, kariyer ile ilişkimizi, insanlarla olan ilişkimizi etkiliyor. Sevgi hissedebiliyor muyuz? Sevgi ile ilişkimiz nasıl? Bedenimizi nasıl algıladığımız hem kavramsal olarak hem de bedenimizin içinde nasıl hissettiğimiz, bunların hepsi sinir sistemini etkiliyor. Nefesimizle çalışarak, az az farklı ritimlerle hareket ederek sinir sistemimizi dönüştürebiliriz. Sinir sistemi dönüştükçe, hayatlarımız da dönüşmeye başlıyor.

Nasıl doğru nefes alıp vereceğiz?
Çok net… Ağız kapalı, yavaş, hafif ve derin. Derin derken, bedenin derinine nefes iniyor ve işte doğru nefes budur. Derine iniyor derken, yüzeyde, göğüste değil, nefes alıp verdiğimizde karna doğru nefesin inmesi. Ve nefesiniz sessiz olmalı, ses çıkarmamalı.
Vücudumuz öncelikle burundan nefes alacak şekilde tasarlanmıştır ve bunun birçok faydaları vardır.
Bunlardan biri burun nefesinde bedene daha az hava girip çıkıyor. Ağızdan nefes alıp verildiğinde çok karbondioksit kaybı oluyor. Benim gibi siz de şaşırabilirsiniz, geçmişte hep oksijenin çok faydalı olduğunu öğrendik şimdiye kadar. Oksijen faydalı değil mi? Evet oksijen şart ve bedenin oksijen seviyesi ölçüldüğünde %95, %98 oranında oksijen var bedende. Oksijensizlik sorun değil, kanda, havada oksijen var.
Sorun şu; Karbondioksit, yeterince olmayınca yani ağız açık nefes alıp verildiğinde, çok karbondioksit kaybediliyor. O zaman kanda olan oksijen, kırmızı kan hücrelerinden ayrılamıyor ve dokulara, hücrelere karışamıyor. Bedende var olan oksijeni beden kullanabiliyor mu? Daha becerikli olarak oksijeni kullanabilmek, işte bu çok önemli. Kimyasal bir şey oluyor bedende buna Bohr etkisi (kimyasal etki) deniyor. Karbondioksit bir asit, yeterince asit olmazsa kanın içinde, o zaman kırmızı kan hücrelerine bağlanan oksijen, kırmızı kan hücresinden ayrılamıyor. Ve bedenin dokuları tarafından, o oksijen emilmiyor, kullanılamıyor. Ancak, kırmızı kan hücresinden oksijen ayrıldığında, kırmızı kan hücresi bir de karbondioksiti toplayıp, pisliği de, toksinleri de bedenin her dokusuna götürebiliyor.
Yani kanımızda eksik olan oksijen değil, karbondioksit. Bunu David Cornwell Den aldığım nefes eğitiminde ilk öğrendiğimde alt üst olmuştum. Yani derin nefes alıp daha fazla oksijen al değil, az nefesle yetin.
Karbondioksit tahammülün artsın ki , hep havasız hissetme kendini. Ve daha iyi bir oksijen dağılımı ve toksin atımı olsun bedende. Ezberlerimi bozan bilgilerdi bunlar çünkü yıllarca hastalarıma derin nefesler al, daha çok oksijen girer deyip durmuştum, yanlış yapmışım. Bunu artık düzeltiyorum ve derin nefesin ne demek olduğunu, önce kendim birkaç yıldır yaptığım nefes egzersizleri ile öğrenip, bedenselleştirme yetisi kazandım. Burun nefesine alışmak için, ağız nefesimi önlemek için ağız bantlama yöntemini de iki yıldan fazla uyguluyorum. Yüzerken, yürürken, merdiven çıkarken, hep nefesimi tutup öyle biraz kalıyorum, sonra burundan nefes alıp vererek yeniden devam ediyorum ve bu benim daha çok performansımı artıran bir çalışma oldu.
Burun nefesi çok faydalı , bu konuda bilimsel çalışmalara bakmak, öğrenmek isterseniz daha detaylı bilgi için James Nestor Un nefes Kitabını öneriyorum.
O halde yanlış bilinen bilgi şu; Bedene fazla havanın girip çıkması daha iyi. Bu bilgi yanlış. Çok büyük miktarda hava tüketirsek, çok büyük karbondioksit kaybı oluyor. Günümüzde sporcular da artık ağzı kapatıp, bantlayıp burundan nefes alıp veriyor.
O halde nefesimiz, yavaş, hafif, sessiz ve derin olsun. Nefesime dönmek eve dönmek hissi veriyor bana. Siz ne hissediyorsunuz? Şimdi nefese geçelim, neler fark ettim geçmişte ve hala fark ediyorum.
Nefes alabilmek çok önemli, zorlanmadan, akıcı ve rahat bir nefes almadan bahsediyorum. Nasıl nefes aldığımıza göre çok farklı bilgiler var. Zaten hemşire olduğum için, her daim doğru nefes alıp verme pratikleri üzerinde kendim çok çalıştım, bu konuda eğitimler aldım ve her eğitimde farklı uygulamalar gördüm. İşe önce kendi nefesimi düzenlemekle başlamalıydım ve bunun için kendimle çalışıyordum, doğru nefes tekniklerini hayatıma geçireceğim diye çok uğraştım. Yok, ateş nefesi, yok burundan al, ağızdan ver, ağızdan al, burundan ver derken daha çok stres yaşadığımı gördüm.
Zihnim o geçmiş yıllarda telaşlı, öfkeliydi. Haliyle sakin bir zihin hali olmayınca, hızlı nefes alıp veren bir Gülay vardı. Ne zaman konuşma terapisi almaya başladım kıymetli bir psikiyatrist olan ve bana rehberlik yapan ustamdan, o vakit yeniden doğdum. Çünkü işe önce nefesimi düzenlemekle başlamıştık.
O, çok hızlı konuşuyorsun Gülay, nefes almadan motor gibi ve çok yorucu kendin için demişti. Çok doğruydu. Sadece kendim için mi? Etrafıma nasıl telaşlar yaymışım demek ki. Onları da yorgunluk vermişimdir.
Geçmişte olan farkındalıksız hallerimde, hayatıma giren çıkan herkese içten teşekkürlerimi iletiyorum.
Birçoğu hayatımdan çıktı ben değişim, dönüşüm geçirdiğim ve kendimle yüzleştiğim yıllarda. Hepsinin kalbimde sevgisi tabii ki baki.
Ustam ayrıca çok iyi bir tespitte bulundu. Sen, bilinçaltında anneni yargılamışsın ve nefes almamaya yemin etmişsin, bunun içinde nefes almadan konuşuyorsun. Zihnin boşaldıkça, geçmiş düşüncelerden sakinleyeceksin. Boşluk iyidir. İlk önce nefesin ile başlayalım, konuşurken durup nefes almayı hatırlaman için saatini ters kola takacaksın dedi.
Dedi demesine de, gel bunu kolayca uygulamaya koy.
Çünkü ben o vakitler sol kolumda saati, yirmi dört saat, hiç çıkarmadan gece gündüz takardım. Ters kola takmak çok zordu. Zihnim saatin sağ kolda olmasından rahatsız olacağı için, kolumda rahatsız olacaktı ve ben anımsayacaktım nefes almayı. Çok zor geldi, otomatik pilot olan zihnime bu ölüm gibiydi, kendimi bildim bileli olan bir alışkanlıktan vazgeçiyordum düşünsenize ne kadar zordu. Ama başardım ve saati sol koldan, sağa geçirdim ve altı ayda nefeslerimi düzenleyene kadar taktım. Bilinçaltının alışkanlıklarını otomatik pilottan çıkarmak için uzun çalışmalar gerekliydi. Ki önce dolu olan bilinçaltını boşaltmamız gerekiyordu. Derin geçmişin, geçemeyen alanlarına girdik. Yüzleştirdi beni çocukluğumda yaşadığım korkular ile ve birçok yanlış bildiğim inançlarımla.
Sinir sistemine kayıtlı hep aynı şeylerin değişimi zaman alıyor. Zihnim, sinir sistemim de o yıllarda kaç savaş(sempatik sinir sisteminde) beta frekansında imiş. Onu da yıllar sonra aldığım NLP ve farkındalık nefes eğitimlerinde öğrenmiştim. Yani kendi dilimce anlatırsam, çocukluğumda yaşadığım ne kadar dramatik şeyler vardıysa, sinir sisteminde taşmaya başlamış, oradan da bilinçli zihne göndermeler yaptıkça, bende de öfke patlamaları oluyormuş. Ustamın; zihnin boşalacak, sakinleyecek, nefesin de rahatlayacak dediği buymuş meğer. Şaşkındım, insan nefes almamaya yemin edip cezalandırır mıydı kendini? Evet, birkaç sene sonra bunu net olarak fark ettim. Kendimi cezalandırmıştım bilinçaltımda, bu eski inancımı konuşma seanslarında fark ettiğim anda, özgürleşmeye de başlamıştım.
Öğrenmek bitmiyor işte.
Ne kadar yanlış nefes alıp vermeler yapmışım onu da öğrendim.
Şimdi ise artık Nefesin, Can olduğunu, Ruh olduğunu da Tevhid derslerimde öğreniyorum.
Daha doğrusu bilgiden, hal edinmeye geçiyorum.
Hissetmeye, hayatın içinde O Nefes ile hemhal olmanın zevkini yaşıyorum.
Nefesinden üfleyerek, bize bu bedende can veren O imiş.
O nefes tek imiş.
Her canlı da olanmış.
O nefes bölünmezmiş.
O nefes birlik içinde olmayı öğreten Rab imiş.
O Aşk ile öğrenilecek bir şeymiş.
Aşk yoluna çıkmak da kolay değilmiş.
Asıl Cenk meydanının kendi nefsini fark edip, nefsini olgunlaştırmak olduğunu derin hallerle fark etmekmiş.
O’na bu bedende şahitlik etmekmiş.
Kurban bilincinden çıkıp, nefsimi bilip O’nunla vahdeti yaşamakmış Aşk.
Nefes deyip geçmemek miş uyanmak.
Ve Hakikat ateşi ile yanmakmış.
Efali, Sıfatı, Zadı ile O Yüce Yaradanımızı tanımakmış Aşk ile.
Yukarıda bir Allah, bir de ben de bir Allah var şirkinden kurtuluşmuş Aşk.
Tüm ikiliklerden özgürleşip, Tevhid hançeri ile dirilmekmiş Aşk.
O meğer beni hiç terk etmemiş bilincine ermekmiş Vahdet.
Ne geçmiş varmış, ne gelecek.
Sadece An içinde var olmak varmış.
İyi ki varım diyebilmekmiş Aşk.
Varım diyen nefsimi teslim etmekmiş Ruha
Ben’in zahir olması Cem’deymiş.
Ne sen kalıyorsun, ne Ben
Biz olma idraki ile dolmakmış Aşk
İlim, ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir diyen Yunus gibi gönüle girebilmek miş Aşk.
Tüm gönüllerde tek olanın O olduğu bilinci ile
Herkes de, her şeyde isim ve sıfatları ile var olan
Tüm bedenlerin sahibi de O imiş diyerek
Her nefeste O’ndan başka varlık yok diyerek birlemekmiş Aşk.
Nefes alıp verdikçe, evimde hissetmekmiş Aşk.
Diyerek yazımı bitiriyorum.
Nefes ile kalınız.
Nefes Candır.
Sevgiler
Gülay Şimşek




Nefesin bu kadar hayatın merkezinde olduğunu bu kadar sade ve anlaşılır anlatmanız çok iyi geldi. Okudukça kendi bedenimi ve nefesimi ne kadar ihmal ettiğimi fark ettim. ‘Nefese dönmek eve dönmek gibidir’ cümleniz kalbime dokundu. Bundan sonra daha farkında nefes almak için kendime söz verdim. Emeğinize sağlık.
Gülaycan yine farkındalık dolu bir yazı olmuş, doğru nefes almayı ve vermeyi ne yazık ki bilmiyoruz.
Ne çok koşturmacının içindeyiz nefes almayı bile yeniden öğrendiğimiz.Sakinlik dinginlk diliyorum can
Gülay, “Nefes canındır” derken aslında en temel gerçeği gösteriyorsun: İnsan bazen yaşamın bütün yükünü bırakıp sadece bir nefese tutunmayı unutur. Senin satırların, nefesin beden değil bilincin kapısı olduğunu yeniden hatırlattı. Bu sakinlik hâli iyi geldi.