Hatasız kul olmaz.
İnsan özüne dair her şeyi, kendine en uygun hali ve o hale giden yolları bire bir hatırlıyor olsaydı, hata da olmazdı, öğrenmek de olmazdı, dünyaya gelmek de olmazdı; çünkü gelmeye gerek kalmazdı.
İnsanın dünya üzerindeki var oluşu, ruhun teoride bildiklerini dünyada uygulayarak hatırlama isteğine dayanır. Şöyle miydi yoksa böyle mi diye deneyen insan, ruhun bildiğini hatırlamaya çalışırken deneme yanılma yapar. Dener, yanılır, hata yapar. Her hatada bir yanlış seçenek eler. Bazen aynı hatayı defalarca yapar; çünkü onun hata olduğunu henüz görememiştir veya kabullenmek istemiyordur; çünkü artık doğruyu bulmuş olmayı diler ve tekrar denemekten korkar; çünkü hata yapmaktan korkar. Fakat dünyevi yaşamda hatasızlık mümkün değildir. Özüyle bağının güçlü olduğu anlarda iç sesiyle doğruyu bulan insan, o sesi net duyamadığı ya da dinlemediği zamanlarda hatalar yaparak doğruyu bulur.
Hata, yaşanılan gerçekliğe uymayan bir yolu deneyerek keşfetmektir; tıpkı önündeki kapıyı elindeki birkaç anahtardan hangisinin açacağını deneyerek keşfetmek gibi. Bazen doğru anahtar diğerlerinden ayırt edilebilecek bir işaret taşır; ama bazen bütün anahtarlar görünürde birbirinin aynısıdır. Kimi hataların hata olduğu çok belliyken, kimi hatalar doğruymuş gibi görünür. Denemek, yanılmak ve keşfetmek, insanın elindeki en değerli şeylerdir.
Hata başarısızlık değildir, suç değildir, pişmanlık değildir. İnsanın başarısızlık, suç, pişmanlık olarak gördüğü hatayı, ruh kendine öğretmen olarak seçmiştir. İnsana acı veren hata, ruha doyum verir. Birine zehir olan, diğerine ilaçtır. İnsan kendine ruhun gözüyle baktığında, tadı zehir gibi acı olsa da içtiğinin ilaç olduğunu idrak eder.