Kaç parçalı kadınım ben?
Nerede bu parçalarım?
Çağırsam, bir anda gelseler, acaba bütünleşebilir miyim hepsiyle? Geldiklerinde bir anda baş edebilir miyim tüm parçalarımla?
Nedir kadın olmak? Kime göre, neye göredir tarifi?
Kadın annedir, namustur, koruyucudur, doğurandır, besleyendir, büyütendir, sorumluluğunu bilendir, yuvayı yapandır. Ama bana göre hiçbirisi değildir, ya da hiçbirisi yeterince benim kafamdaki kadını tarif edemez.
Bana göre kadın “yaratandır”.
Durum böyleyse, ben sahiden kadın olmayı becerebiliyor muyum? Bedenimde taşıdığım bu yaratıcılığı, gerçekten sahiplenebiliyor muyum? Osho’nun da dediği gibi “rahimde hem kız hem erkek taşıyan bir varlık” olarak, kendimin ne anlama geldiğini fark edebiliyor muyum?
Nerede diğer parçalarım?
Bir parçam namuslu olmakla uğraşıyor, diğeri evinde huzuru sağlamak için çabalıyor, diğeri ekonomi yapmakla uğraşıyor, bir diğeri annelik rol modeliyle adeta kendinden geçiyor, hatta kendini dünyaya getirdiği o küçük bedene adapte ederek yokluğa gidiyor. Kendi ikizinin peşinde, ama bu defa hatalar yapmayacak bir parçasını yetiştirmenin derdinde…
Çalışan ve evli bir anne, ama sonuçta sorumluluğunu bilmek zorunda olan bir birey. Hayatının 6’dan 11’e kadar fark edemeyecek kadar kendinden geçen ve bu ağır sorumluluklarla sürekli hizmet edecek olan bir anne, bir kadın, bir eş. Dolayısıyla mesaisiz ve moralsiz olmasından dolayı yaratıcılık sıfatının farkında olamayan dişi…
İşte tam da kadın parçamın en büyük sorununa yaklaştım. Moralsiz ve isteksiz yaşayan kadın parçam, diğer parçalarınla da birleşmeye çalışsa; o zaman ben, yüksek moralli bir kadın olabilir miyim? Tüm kadın parçalarım, “dayatma” yaşanmışlığım üzerine. O zaman ben, bu yaşamın kendisinden zevk alabilir miyim? Ben var mıyım bu hayatın içinde? Ya da bana ne kadar yer var?
Ben kadınlığımı ne kadar yansıtabiliyorum? Güveniyor muyum kendime tüm olanlarım için? Tüm deneyimlerime açabiliyor muyum kendimi? Ev halindeki Cinderella’dan, baloya giden Cinderella’ya dönüştüğüm zamandaki hal arasında bir denge kurabiliyor muyum? Kendimin en güçsüz zamanlarını tolore edebiliyor muyum ya da en güçlü zamanlarımda bunun ne kadarını taşıyabiliyorum? Ben ne kadarımın farkındayım?
Kadın bedenimde taşıdığım iki enerji, kadim bilgeliğin örtüsünü araladığımda kendisini “dişi” olarak biliyor, ancak “kadın” olarak ifade ediyor. Ya da kendini “eril” olarak biliyor ancak “erkek” olarak ifade ediyor.
Hepsi denge meselesi. Bu denge erkek-kadın ilişkisinde kendini ifade etmeye çalıştığında neden hep dengesiz bir şekilde yaşanır ve üstüne üstlük; kadınlar çoğunlukla ilişkinin anlaşılmaz tarafıdır.
Kadın karmaşıktır, zordur çözmek onları. Bana göre de bu çok doğru bir saptamadır zira kadın; kendini çözemediği için kendi yaratıcı gücünü fark edememiştir. Dolayısıyla bunu ifade etmesi hem çok zordur hem de kadın olarak dişi enerjiyi dengelemek büyük bilgelik gerektirir. Üstelik bir de eril baskısı yanına eklenir, her şey daha da zorlaşır.
İpleri erile vermeyi adet haline getirmiştir. Bunu şefkatinden yapmıştır, yaratıcılığına olan güveninden yapmıştır, ancak erkeğine fazla gelmiştir. Denge kurulamamıştır aralarında. Aynı nezaketi karşısından görememiştir kadın.
Bundan sonra adeta bir görevli edasıyla, eril baskısını ensesinde hep hisseder kadın veçhemiz. Ona artık kimsenin, herhangi bir dayatma yapmasına gerek kalmadan da; zaten sıkı sıkıya utanma ve namusu üzerine erilin hükmüne girmiştir.
Peki kadın veçhemizde hal böyleyken; erkek bedeninde, dişi enerjiyi dengelemek nasıldır? Erkek bedeninde; eril enerji, baskısının yabana atılmayacak olması da cabasıdır.
Kuralları kendi koyan erkek sisteminin, en başta kendi kendini, tüm olanın güzelliklerden mahrum etmesi sorunu vardır. İşte bu erkeğin dişil enerjisini ortaya koyamadan, kadın veçheden daha zor durumda olmasının tarifidir. Baskıcılığını ortaya koyması, maçoluğunu ifade etmesi ve “Ben’im kadınım” dedikleri o sefil sahiplenme duygusu, kendilerinde sakladıkları dişillerini, kendi kadınlarında saklama dürtülerinin tuzağına düşmüştür.
“Adem kanmasaydı ve de yemeseydi o elmayı…” derdim ama kendi Adem’liğini fark etmiş bir kadın olarak susmam en iyisi. Adem’liğim dışarıdan beslenmek yerine kendini deneyim alanındaki farkındalığıyla beslenir.
Sahi o elma ne renkti? Biz ne renk elma yedirdik siz eşlerimize, sevgililerimize, oğullarımıza?
Adem’liğim eril enerjimden gelir. Havva’lığım da dişi enerjimden.
Yasak elmayı dişi enerji sokulganlığında kendi erilime yediremeseydim, hayatımı haz almadan yaşamaya mahkum olurdum. Sahi o elma her an yenen bir şey midir? Yoksa bu metafor bir kere yaşanmışlığı anlattı diye, “şimdi” erilimize elmayı yedirmediğimizi mi sanıyoruz? Eğer öyleyse; benim, bu bedende yaratıcılığımı fark etme şansım olabilir miydi?
Kaç parçalı kadınım ben?
Çağırdım onları bir anda geldiler ve bana, erilime görücüye çıktılar. Bütünleşme sürecimizi aceleye getirmeye gerek yok. Geldikleri zaman uzun ve zor bir yolculuktan geçtikleri için onları büyük bir şefkat duygusu ile sarmalayacağım ve asla yargılamayacağım. Kuşku duymayacağım kim olduklarından, tanıyacağım onları. Bana hizmet ettikleri için onurlandıracağım hepsini. Ve benimle birleşmeleri için özgürleştireceğim onları…
İşler karışık. ama muamma değil. Ben kaldırıyorum bu kurallar silsilesini. Atıyorum üzerimdeki eril baskısını ve dönüştürüyorum. Dişinin artık yukarı çıkma zamanı. İzin veriyorum buna. Erilin dengesi daha fazla bozulmadan, dişisi yanına çıksın. Artık uyanması lazım. Eriline yaratıcı tarafını göstermesi lazım. Hatırlatması lazım: Ben yaratanın dişi enerjisiyim ve seninle işte şimdi bütünleşebilirim…
Kendini tam ve bütün hisseden tüm varlıkların kadınlar günü kutlu olsun..