Kadın – Erkek (Genellemeler ve Ötesi)
Kadın; yaşamı doğurandır; gizemdir; bilinmezdir; kadın sorudur; cesarettir, metanettir ve en çok da şefkattir, kucaktır. O yüzden cennet, kadına bir adım daha yakındır.
Erkek; hiçbir kaba sığamayandır; tez elden coşandır, yaptığını yıkandır ve yine yapandır; cevaptır; ünlemdir; erkek onda dokuz, yalnızlığına kaçandır; erkek onda bir, yalnızlıktan geçendir.
Erkek başka kadın başkadır.
Örneğin erkek, evvela özgürlük; kadın ise güvenlik ihtiyacını gidermekle ilgilenir. O yüzden erkek bağlanmaktan, kadın ise kaybetmekten daha çok korkar. İhtiyaçların giderilmediği durumlarda gerginlik oluşur. O yüzden erkeğin gücünden medet ummayan ve özgürlükten korkmayan kadınlar ile kadının sahibi olmaya kalkmadan ilişkiye sahip çıkabilen erkekler, ihtiyaca bina edilmiş ilişkilerin ötesine geçebilir ve yaşayan ilişkiler var edebilirler. Aslında insan sevmeyi öğrendiğinde, bağlanma korkusu da incinme ya da kaybetme korkusu da uçar gider.
Erkeğin dili başka kadının dili başkadır.
Hiç Fransızca bilmeyen bir Türk, hiç Türkçe bilmeyen bir Fransız’a kendisini Türkçe olarak anlatıyor. Sonra da bu Türk kendisini gayet net anlattığını ve Fransız da onu gayet net anladığını sanıyor. Saçma mı? Kadınlarla erkeklerin iletişimi çoğu zaman böyle… Bir kadın ve bir erkek, birbirinin dilini keşfetmeden ya da farklı diller konuştuklarının bilincine erişmeden kolay kolay anlaşamaz.
Örneğin; bir erkeğe net bir şekilde “sorun var” demezseniz, erkek bir sorun olmadığını düşünür. Oysa bir kadına net bir şekilde “sorun yok” demezseniz, kadın kesinlikle bir sorun olduğunu düşünür. Hoş – bir kadına net bir şekilde “sorun yok” deseniz de, kadın bir sorun olduğunu düşünebilir.
Kadın konuşur. Çünkü kadın, hikâyeler arasında gezinirken kendi hikâyesini duyabilir ve tadına varabilir. Hikâyeyi bir duyan olmazsa ‘yeni’ hikâyeler anlatmaya değmez. Erkek ise az konuşur ve hikâyeler uzadığında onları duyamaz olur. Çünkü erkeğin kafası kolay karışır ve kafası karışan erkek yaşamdan uzaklaşır.
Eğer bir kadın susuyor ise cidden büyük bir problem var demektir… Çünkü kadın susmaz; sadece sözlerini biriktirir. Erkeğin sessizliği erkeği besler çoğu zaman. Kadının sessizliği diye bir şey ise pek yoktur.
Kadın “erkeğe nazaran” kelimesiz yapamayandır. Dili sussa içinde fırtınalar kopandır. O yüzden de fırtınasını ancak sevgiyle vererek dindirebilir. Ya çocuğuna verecek ya da çocuğu gibi kol kanat gereceği, yalnızlığına bile izin verebilecek kadar çok seveceği bir erkeğe… Kabını böyle arındıracak.
Bir kadın “erkekler” diye söze başladığında anlattıklarının büyük kısmı babasıdır. Ve bir erkek “kadınlar” diye söze başladığında anlattığının büyük kısmı annesidir.
Erkekler sevemedikleri kadına acıyarak bakarlar ve ondan ya kaçar ya da faydalanırlar. Kadınlarsa sevemedikleri erkekten kaçmak isteseler de ona takılıp kalırlar.
Kadın, hayattır. Çünkü binbir türlü halleri vardır bir kadının da aynen hayat gibi. Bir kadını hakikatli sevebilen biri, hayatı da sevebilir bu yüzden ve belki hayatı hakikatli sevebilen biri, bir kadını da hak ettiği gibi sevebilir. Ve belki bu yüzdendir ki, kendisini sevebilen bir kadının bağrına basamayacağı hiçbir şey yoktur.
Bir kadını seversen o sana kalbinin tüm sevgisini cömertçe verir. Bir erkek olarak o kadar çok sevilirsin ki sevebildiğin kadarından utanırsın. Kadın, sevmeyi doğal olarak becerebilendir.
Erkeğin bu yeteneği ise çoğu zaman kıttır. Erkeğin kabı çabuk dolar ve eğer erkek, bir kadına, ilişkiye takılırsa onu geçip kendini bir türlü bulamaz. Erkeğin, ıssızlığında önce kendiyle savaşması sonra da kucaklaşması gerekir.
Kadın ancak çok severek – başkalarının yanılgı olduğunu anlar. Erkek ise ancak yalnız kalarak gerçekten sevebilir.
Bir erkeğin ne ölçüde sevdiğini, hiçbir ümide bel bağlamadan sevdiğinin kapısında ne kadar sabır ve tevazu ile beklediğine bakarak görebilirsin. Bir kadının ne kadar sevdiğini ise ne yaşanırsa yaşansın şefkatini geri çekmeyişinde görebilirsin.
Erkek sevdikçe, kadın ise sevildikçe güzelleşir. Erkek sevdikçe şarkılar söyleyen bülbüldür; kadın ise sevildiğinde açılan gonca gül. …
Erkek hesabını kitabını, ‘mağarasında’ – kendi başına yapar. Sevdikleri için neyin uygun, olduğunu uzun uzun düşünür ve sonra da çoğu kez bir açıklama yapma ihtiyacı duymadan düşündüğünü yapar. Erkek kendince bir şeyler yaparak sever. Sevdiği için bir şey yapmaya çabalarken eleştirilirse erkek, sevgisinin takdir edilmediğini hisseder ve öfke duyar. Bu öfkenin devamında, erkek konuşmak yerine kendi içine kapanır. Bu haldeyken bir erkeği sorgular, konuşturmaya kalkarsanız, daha çok hayal kırıklığına uğrar ve kestirip atar.
Erkek bir probleme odaklandığında diğer tüm problemlere yok muamelesi yapar. Onları duymaz ve duysa da sonradan hatırlamaz. Kadınsa sayısız probleme birden dalıp hepsine aynı anda çözüm getirmeye çabalayabilir. Erkek tek bilinmeyenli denklemlerden hoşlanır; kadın ise tüm bilinmeyenleri birden çözmeye kalkar.
Kadın meseleleri açarak ilerler, detaylara dalar ve konuşarak araştırır. Bazen kendisi de ne aradığını bilmez, konuşurken keşfeder. Ona biraz izin vermek gerekir. Oysa bu erkeğe çok zor gelir. Bir sorun çözücü olduğu için ve her defasında sadece bir soruna odaklanmak istediği için kafası karışır ve kadının ilk dile getirdiği meseleye takılıp onu çözmekle uğraşır. Oysa o kadın için ilk dile getirdiği, daha meselenin ne olduğunu anlamak için ön sondajdır.
Kadın anlaşılmaz; kadının anlayışına teslim olunur.
Bir dünya problemi de olsa kadının derdi, erkeğin onun problemlerini çözmesi değildir. Kadın çoğu zaman sadece dinlenilmek ve anlayış görmek ister. Erkek ise sadece problem çözmekle kadına yardımcı olabileceğini sanır.
Erkek, en kestirme yoldan, problemlere hemen sonuç ister ve zora gelirse gerçeklerden kaçar. Kadın ise kendi ürettiği gerçeği, hakikate tercih eder; olmayan meseleler yaratır ve büyütür çokça zaman. Erkek, erkekliğinin; kadın da kadınlığının ötesine geçmeden; ilişki de zihinden, tenden öte geçemez; bir mücadele olarak sürer gider.
Kadınlar genellikle çözümü bir başka akılda, erkeklerse kendi bildiklerinde görürler.
Dünyayı bugüne dek erkekler yönetti. Geldiğimiz yer ortada… Bana sorarsanız; eğer değişecekse – bundan sonra Dünyayı kadınlar değiştirecek. Erkekler mi? Onlar, içlerindeki taraf tutmayan, şefkatli, besleyici ve kucaklayıcı olan ile barışmakla uğraşıyor olacaklar…
Tüm bu genellemeler, erkek ve kadın nüfusunun büyük kısmı içindir. Tüm bu genellemelerin istisnaları sayesinde, kadın ve erkeğin, hem kendilerini hem de birbirlerini anlama şansı doğar. Birbirine karşı; açık, dürüst ve güvenilir iki arkadaş, iki yoldaş olmaktan uzaklaşan bir kadın ve erkeğin ilişkisi, ne kadar yoğun duygularla başlamış olur ise olsun tükenecektir.
İnsanlar birbirine bakıp da bir bedenin; kadınlığın ya da erkekliğin ötesini göremiyorlarsa ya gözleri perdelidir ya da baktıkları kişinin çok iyi bir zırhı var demektir. Her iki durumda da iki ruhun karşılaşma ihtimaline yazık olmuş demektir.
Ben bir erkeğim ya da ben bir kadınım dediğinde ve kendini bu şekilde tanımladığında artık bir cinsiyetin, bütün ortak bilincinin çukuruna düşmüşsündür. Kirletilmiş bir geçmiştir bu. Bir cinsin karışmışlıklarını, acılarını, sıkıntılarını, yılgınlıklarını da yüklenirsin bilmeden. İşin kötüsü, bu etiketi kullanarak baktığın ötekilere, onların özünü görmene engel olacak, yüzlerce perde örtersin hiç fark etmeden.
Kendini bir kadın ya da erkek olarak tanımlayarak diğer yarısını öldürüyor insan ve kendini bir kadın ya da erkek olarak tanımlayan diğer yarım insanlarla mücadeleye girişiyor. Bu mücadelede bir erkek olmak özellikle bir kadının huzurunda zordur. Kadın olmak ise bir erkeğin değil bir başka kadının huzurunda özellikle zordur. Aslında kadın olmak ise başlı başına zordur.
Erkeklerden korkan bir kadın, kadınlığını yaşamaktan kaçacaktır. Kadınlardan korkan bir erkek ise erkekliğini bir şey sanacaktır.
Mükemmel adam ya da mükemmel kadın yoktur – yargılamayı bırakmış insan vardır. Hakikatte erkek ya da kadın da yoktur. Sadece bir erkek ya da kadın bedeninde, birbirinden hiçbir üstünlüğü ya da farkı olmayan, benzersiz iki ruh vardır. Bir şarkının iki notası; bir ağacın iki yaprağı ya da bir resme katılmış iki renk gibi…
Hayatın herhangi bir anında, orada olandan başka bir durumu arzulamak aşka ihanettir. O yüzden bir kadında başka bir kadını aramak ya da bir erkekte başka bir erkeği aramak, aşka ihanettir. Çünkü aşk, bir geçmişe ve bir geleceğe sahip olmakla ilgilenmez; aşk, bir ilişki değildir. Hele de bir görünümden, beğeniden, istekten ibaret bir şey, hiç değildir.
Ancak ben ve zaman siliniyorsa, aşkın sonsuz gizemlere açılan kapısı aralanır. Aşkta hala bir “ben” varsa ayrılık vardır. Aşkta bir “ben” varsa nüfuz edilememiş veya kendine sakladığın “yalnız” bir alan vardır. Hâlbuki aşk, “birlik”, “bütünlük” halidir.
İnsanın bir ilişkide çoğu zaman peşinde olduğu şey, içtikçe onu daha çok susatan, tuzlu bir su; olsa olsa şehvet, en iyi ihtimalle yalnızlığını unutturacak bir oyun arkadaşıdır. Oysa aşk, kadın ya da erkek olmanın ve her oyunun üstündedir. Yalnızlık ise insanın kendisiyle arasındaki mesafedir ve aşkta mesafelere yer yoktur.