Sonsuzluk ve hiçlik iki ayrı kavram fakat iki aynı yol gibi görünen insanın hayatındaki dönüm noktalarında karşılaştığı iki incelikli kelime…
Sonsuzluk, akla ilk geldiğinde, uzay evren düzleminde uçsuz bucaksız kalmayı ve bütünü içinde barındırmayı düşündürtür. İnsanın sonsuzluğunu tanımlayacak olsak, yıldızlar, galaksiler, uydular, meteorlar, insanlar, güneş, ay ve akla hayale sığmayan her şeyi içine ekleyebiliriz bu tanımın. Sonsuz ihtimalleri olan yaşamın içinde iken sonsuz sayıda gezegeni ve yıldızı görmek elbette bizi görünenin ötesi var mıdır? Sorusuna yönlendiriyor. Tam da bu noktada insan zihninin sonsuzluğu tanımladığı yerde açılan bir kapı ile aslında onunda idrakine kolaylıkla varılabilir yani sonsuz bildiğin şeyin ötesine. Bu kapıyı hiçlik kapısı diye tanımlayacağım.
Hiçlik kapısına geldiğinizde tüm varoluşun ötesine geçersiniz. Madde anlamını yitirdiğinde, bilinç boşluğa düştüğünde, geriye kalan tanımsızlık ve evrensel bilinç ile bağını yeniden kuran ruhunuz size sonsuzluğun başka bir halini gösterir. O kapıya geçmek için tüm seviyelerde hiçliği deneyimlemek gerekiyor. Bugün birçok kişisel gelişim uzmanı, yeni trend olmuş ve evrensel bilinç ile bağının olduğunu iddia edenler, yani; rahipler, budalar, keşişler, hocalar, hacılar, alimler, öğretmenler ve bilumum insan yönlendiricisinin kendince tanımları var. Bedenli ve bedensiz, zihinli ve zihinsiz, akıllı ve akılsız, bilinçli ve bilinçsiz, madde boyutunda ve maddesizlikte, dindar ya da dinsiz gibi tanımlarla insan gelişimini şekillendirmeye çalışmakta.
Herkesin kendi deneyimi ve algısı ile yönettiği tüm bu sistemler ve sistemsizlikler ile kişi gerçek olana yani kendisine bir türlü ulaşamamakta. Hiçliği, sonsuzluğun içinde deneyimleyeceğini ya da sonsuzluğun içinde hiçliği deneyimleyeceğini düşünen insanlar günün sonunda her iki tarafa da ait olmayarak ve dünya düzeyinde kalarak deneyimlemeye çalıştığı şeyden epeyce uzaklara düşmekte ve yaşam formlarını bu düzene göre devam ettirmekte.
Hiçlik bir makam gibi geliyor, yani insan bilincinin bir üst aşamaya geçmesi gibi bir makamsallık bu. Uyanışın getirdiği bu durum, hem vazgeçişleri, hem de kocaman doğumları içinde barındıran yeni bir yolculuğun başlangıcını anlatıyor. İnsanlar, sevinç ve mutluluk halleri ile kendi sonsuzluğuna ve hiçliğine erişemezler. Bunu acı ve ıstırap da beslemez. Yani, acı çekerek de hiçliğe varamazsın, mutluluktan uçarak da. Her iki hal de insan olmanın bilincinde olduğun ve kendi bütünselliğini fark ettiğin, hatta dünyaya gark ettiğin andır.
Sonsuzluğa erişen insanların düştüğü her bir çukur, karanlık bir mağara, deniz, gökyüzü adına her ne derseniz deyin günün sonunda yine onu uyandırıp, uyan insanoğlu buraya kadardı diyecektir. Farkındalıklar, hiçlikte olmaz. Orada bir şey yoktur. Orada sen yoksundur, ben yoktur, ten yoktur, nefes yoktur, can yoktur. Orada kocaman bir varoluş vardır ama sen değilsindir, her şey O’dur. Bir anda yitersin, nefesinden, bedeninden, canından, bilincinden, ruhundan, bakışından hiç olursun. Uyanmak istemeyeceğin bir yolculuğa çıkmışsındır ve orada kalırsan buraya dönemeyeceksin. Orada olursan bedenin, sevmelerin, aşkın ve yoldaşların olmayacak. Orada olursan patronun, paran, araban, evin olmayacak. Orada olursan üşümeyecek, acıkmayacak, susamayacak ve gülmeyeceksin. Sadece orada, yani; hiçlikte olacaksın.
Devinimler ve dönüşümler bizleri dünya boyutundaki yaşam formları içinde bir iki adım ileri götürüp sonra geri getirmekte. Sahip olduğumuz ya da olmak istediğimiz şeyler hayatlarımızın gerçekliği haline geliyor. Oysa, hiçbir yıldızın ve galaksinin sahibi yok. Evrenin bütününde dünya kadar derinlere işlemiş bir mülkiyetçilik anlayışı yok. Kendi anne ve babasına ait yaşam alanında yaşamayı reddeden ben halleri, kendi çocuklarını boğucu bir şekilde sahiplenmeye çalışıyor. Bir tarafa hesap vermek istemeyen büyüdük biz söylemleri, diğer yandan kendisine bağımlı gördüğü ve sorumlusu olduğunu düşündüğü bireylere karşı sıkı bir sorgulama içerisinde yer alıyor.
Bunu neden yazdım, sevgililer arasında ve evlilik esnasında verilen sözler ve dile getirilen yeminler var onları hatırlatmak istedim birazcık. Çünkü orada sonsuza kadar diye bir yemin var ama kimse sonsuza kadar taşıyamıyor ya da sonsuzluğun tanımının farkında değil.
Evrensel bilinç bizim anda verdiğimiz bütün sözleri hatırlar, o anki duygu halinde iken tam teslim bir halde verdiğiniz sözlerin dönüşleri ve yüzleşmelerini sık sık yaşarsınız. Vazgeçmeler burada sadece ve sadece hiçlik ile aşılabilir bir hale geliyor. Hiç olursan sonsuz olamazsın, sonsuz olamıyorsan bir hiçsin ve verilen tüm sözler, edilen tüm yeminler iki kapı arasında yitip gider. Araf’taki sızlanmaların nedeni tamamen budur. Yani oldum, olacağım, olmak üzereyimin tüm gitgelleri bu ince çizgide kendisini barındırıyor.
İnsanlar kendi döngülerini tamamlarken sonsuz hayal dünyasında gezinip dururlar, Peki bu kadar uzun bir yolculukta insan oğlu neyi hayal ediyor olabilir?
Ölümsüz kalarak tüm dünya nimetlerini elde etmeyi mi?
Sonsuza kadar seveceğim diyerek, tüm engellerde gemileri karaya bindirip teknelerle oradan uzaklaşmayı mı?
Sonsuz kazanç ve ömür elde ederek, tüm eksikliklerini tatmin etmeyi mi?
Hangi yanı boş, hangi yanı dolu bilmeden, elde ettiği hazzı ömrünün sonuna hatta oradan da cennete taşıyarak, sonsuz bir mutluluk elde etmeyi mi?
Bu dünyadaki kısacık ömründe bilmediği şeylere teslim olup, onu gerçek sanıp, tüm varlığını ona teslim edip kendinden uzaklaşıp yaptığı şeyin içinde sonsuz olmayı mı?
Başkalarını mutlu etmeye çalışıp kendisini unutup sonrasında sevilmediğini düşünüp, hiçliği bir makam olarak değil psikolojik bir rahatsızlık olarak görmeyi mi?
Hayaller ve sorular ve gerçeklikler sürekli değişkenlik gösteriyor fakat herkesin hedefi aynı gideceği yere mutlu varmak. Defalarca izlediğim Bab Aziz filminin girişinde bir söz vardı, “Dünyada var olan bütün ruhlar kadar, tanrıya giden yol vardır.” diye. Evet, tüm insanlar sonsuzluk kavramı içinde bir hiç olduğunu görüp var olmaya çalışıyorlar aslında. Yani tersine işletiyorlar sistemlerini ve hastalıkları, hayal kırıklıkları, umutsuzlukları, kaygıları, endişeleri, korkuları hep bu tersine çalışan sistem ile kendisini açığa çıkartıyor.
Hiç olursan sonsuz olursun, sonsuz olursan hiç olursun. Korkular, öğretiler, eğitim sistemi, toplumun beklentileri senin hiçliğini bir hastalık olarak görür. Çünkü her biri bir şeyler olma derdinde kendilerini yok etmekteler. Mutsuzluğa giden en kısa yolu hayatlarının en uzun zamanlarını harcayarak elde ediyorlar. Hiç olmaktan korkarak, daha çok çalışmaya, daha çok elde etmeye, daha çok tutmaya, daha çok yok etmeye, öldürmeye, talan etmeye, yakmaya, yıkmaya odaklanıyorlar ve hem kendi bireysel düzleminde hem de evrensel işleyişte bu çabası sonsuz ihtimalleri olan negatif izdüşümler yaratarak kendini bu hayatın içinde gerçekten var kılıyor. Tüm toplum artık onu görüyor, duyuyor, takdir ediyor, onaylıyor, değerli olduğunu hissettiriyor ya da yeterlilikleri ile kabullere teslim ettiriyor ve varlığını hiçlikten kurtarıyor ve bütün bunları ben’liğini yitirerek elde ettiğini unutturuyor…
Sonsuzluk penceresine vardığında gördüğün şey, gözlerinin derinliğindeki BEN aslında… BEN’i gördükten sonra açacağım kapıdan sonrası ise sadece HİÇ’lik ve oraya vardığında yaşanmış acı kalmayacak, mutsuzluk kalmayacak, beklentiler kalmayacak, kabuller ve onaylar kalmayacak, çünkü orada sadece ve sadece SEN var olacaksın. Sadece ve sadece SEN…
Cevabını bulamadığım bir soru üzerine beni aydınlattın. Yine iz bıraktın…
Gerçekten harika bir yazı olmuş yine…
Düşüncelerine olan hayranlığım malum. Bunlar kelimelere yansıyınca köşeye sıkışmış oluyorum. Ne ekleyecek bir söz ne de tartışacak bir zemin kalıyor. sen sen ol hep böyle kal 🙂
sizi takip etmekte son derece keyifli. Eddi ANTER öğretileri diyorum çoğu zaman …