Spirali dışarıdan görmek. Uyanış ya da Kahramanın Yolculuğu

Son yazıda bir tohumdan bahsetmiştik.

Bazen sen dünya işlerine o denli gömülmüş oluyordun ki hayat senin dikkatini çekebilmek için hastalıkları, kazaları, ölümleri, kayıpları kullanıyordu. Gündelik zihninle ve bedeninle alt edemediğin böylesi durumlar sana daha büyük bir sistemin müjdesini veriyordu. Kendini ve kendine dair sandığın şeyleri bırakıyor, vazgeçiyordun. İşte tam da o teslimiyet anı senin şafak vaktin oluyordu. Hayatında güneş doğmaya başlıyordu.

Sen dışarıdaki bir takım kavram ya da anlamlara tutunmayı bırakıyordun. Yukarıdaki birilerine yaranma telaşın, oraya buraya yetişme merakın işe yaramıyordu. Daha çok bilmek, daha çok yapmak, daha çok ışık falan filan derken yorulup pes ettiğinde,
bunların aradığın hakikate yaklaşmadığını gördüğünde,
sen artık bunlardan vazgeçtiğinde,
halin, haletin her ne ise onun içinde direnmeden kaldığında,
olanı olduğu gibi sevebildiğinde,
içsel sükûneti gündelik hayatında daha çok yaşamaya başladığında,
hissedilen o gün doğuşu dinginliği, yapraklardan damlayan çiy tanelerinin sadeliği, sabah serinliğinde alınan nefes benzeri o anda,
kalbinde ezelden beri bekleyen bir tohum nihayet uygun mevsimi gelebildiği için çatlıyordu. Bu hali “teslimiyet” diye adlandırmıştık.

Teslimiyet dediğin senin üzerindeki safraları azına çoğuna bakmadan geldikleri yere teslim etmen ve hayatın senin için yaptığı seçimlere teslim olabilmendi. Yapıştırma kimlikleri, seçmediğin rolleri, içine sığamadığın isimleri teslim ettikçe hafifliyordun ve kendin olarak zuhur etmeye başlıyordun. Öncesiz ve sonrasız, doğmamış ve doğurulmamış, tek bir nokta gibi görünen o narin ışıkçık, sen, gölgelerinin arasından zuhur ediyordun.

Tohumun filiz vermesi başını topraktan dışarı uzatmasını ve toprağa yukarıdan bakmasını sağlar. Senin içindeki tohum filiz verdiğinde de aynı şey olur. Uyanır ve filiz veren tohum misali zihnin loş dehlizlerinden dışarı uzanır ve oradan kendine bakabilirsin.

img_6318

İçeriye doğru bakarken yeterince sessiz dinleyici olursan ki buna meditasyon diyenler de var, önünde sanki bir yol aydınlanır. Peki sen hangisisin? Yol musun? Yolcu musun? Yolu aydınlatan ışık mısın? Işığı gören misin? Bak bakalım sen neredesin? Uyanışından sonra, bir noktada bunun cevabını bulacaksın. Hatta sırf bu cevabı aramak için o yolu kat edeceksin. Bak bu kehanet değil. Olanı söylüyorum. Her uyanan uyandığında kendisini yolda bulur. Önce yolcu olduğunu sanır, sonra ışık ve sonra da gözlemci olduğunu düşünür. Nihayetinde bir bakar ki hepsidir aynı zamanda hiç biri.

Biliyorsun işte, yol ileri ve yukarı doğru evrilen bir spiral şeklinde görünür. Ve sanki o spiralin sonsuza dek öyle kıvrıla kıvrıla uzandığını sanırsın. Acaba öyle midir? Buna Torus’u konuşurken tekrar bakalım.

foolUyanış acemi şansını getirir.

Uyanış, bebeğin ilk taytay adımlarına benzer. Uyandığın zamana kadar öyledir sandığın dünyayı sanki ilk kez keşfediyor gibi olursun. Aynı ama değişiktir. Değişen senin dünyayı algılama biçimindir. İki boyutlu düzlemden üçüncü boyuta derinleşirsin. Spiralin bir üst versiyonunu, daha süptil boyutu, daha geniş bakışı yaşamaya başlamışsındır. Heyecan verir. Parlıyorsundur.

Hayatın bu renklerini tüm yaratılışta ilk gören senmişsin gibi olur. Sen biliyorsundur yaradanın sevgisini. Sen tanırsın enerjileri. Sen kahramansındır. Fetihlerin en onurlusunu yaşamış bir fatihsindir.

Öylesindir çünkü kanıtların vardır. Arkadaşını düşünürsün çat diye telefonun çalar, arkadaşın arıyor. Gece sağdan sola dönerken aklına 10 yıl önceki alacağın gelir sabah bakarsın borçlu elinde para kapıda. Çocuğunun karnı ağrır aynı anda ellerin ısınmaya başlar; elini onun karnına koyarsın ağrı geçer.

Başka hiçbir konuda konuşasın gelmez. Arada bir “erdim ben” diye şaka yaparsın ama her şaka aslında bir inancın mahcup ifadesidir. İçten içe inanırsın erdiğine.

Bu konuda kitaplar, kişiler çıkar karşına. Hazır olan öğrencinin öğretmeni ayağına gelir denir. Senin de öğretmenlerin birer birer karşına çıkarlar. Ama öğretmenini seçerken dikkat et. Bazı öğretmenler zor yoldan öğretmeye gelirler. Bazen dağa tırmanmayı öğreteceğim diye kuyulara çekenler de olur. Öğretmenden bilgisini al ve kendisini bırak. Gücünü kimseye hediye etme. Gurulara, mürşitlere teslim olma. Gücün başkasında iken sen nasıl kahraman olacaksın? Sakın ruhun yolculuğunda aklını geri atma. Akıl ve ruh birlikte yürüyecek. Yoksa yol çok uzar. Her zaman kolayı seçebilirsin. Bunu hatırla.

Hayatın değişmektedir. zamanlılıklar seni trenin makas değiştirmesi gibi bulunduğun algı boyutundan bir diğerine taşırken sen bu pembemsi bulutların içinde yavaşça dönüşmeye başlarsın.

Genellikle aşk veya aşksızlık dokunur ruhuna ya da en çok özlediğin başka bir şeyin umudu belirir ufukta. Cezbesine kapılır, zihnini köşeye iter, seni çeken her neyse ona yönelirsin. Ve acemi şansının sana hazırladığı esas yolculuk başlar. Naif varlığının bir kahraman olması için her ne gerekiyorsa artık o olacaktır.

Arayış başlamıştır.

Biliyorsun işte tüm masallarda kahramanlar ya aşk ya da hazine peşinden gitmek için benliklerini heybeye yüklenip yola koyulurlar. Senin de içine toplumsal kimliklerini, atasal yüklerini, inanç kalıplarını, bilmediğin birçok ıvırı zıvırı koyduğun heyben ağırdır ama ilk anda içindeki tek bir parçayı dahi bırakasın gelmez. Onlara özel anlamlar yüklemişsindir. O anlamlar seni sen yapmaktadır. O anlamlar seni önemli yapmaktadır.

Sevgili ya da hazine, her ne ise varılacak hedef, tüm bunlarla gidilmelidir ona. Hatta mümkünse sen olduğun yerde değişmeden kalmalısındır da sevgili/hazine sana gelmelidir. Bu noktada şu söylemler devreye girer. “Hayat sen planlar yapmaktayken olandır.” veya “Sen planlar yaparken yukarısı kahkahalar atıyor.”. Sanki yürümüyor da sürükleniyorsundur ya da her şey üstüne geliyor gibidir.

Yola girmeyegör, sen onunla aynı ritmi tutturup, ondan keyif alana kadar ne yedi başlı ejderler kalır karşına çıkmadık ne de gayya kuyuları içine düşülmedik. Ama müjdeyi baştan vereyim sana. Bir kez yolun ritmini hissedip, adımlarını keyifle atmaya başladın mıydı ejderlerin sohbeti doyumsuz dostlar olduğunu, gayya kuyusunda bulduğun ab-ı hayatın her çabaya değdiğini göreceksin.

Acemi şansının getirdiği hediyeler kullanılmak ister. Bilgiyi sunar sana ama bilginin sorumluluğu vardır. Eğer ruhunun işine yarayacak bilgiyi alır da hayatında kullanmazsan o bilgi kendisini ifade etmek için çarpıcı deneyimlerin içine girmene sebep olur. Bilgiyi alıp rafa koyamazsın, hayatında kullanacak ve paylaşacaksın.

Çoğu kişi hayatın içinde yaşarken hayatı öğrenir. Onlar bilgiyi fazla anlam yüklemeden hayatın gerekleri olarak yaşar ve parlarlar. Ama bazılarımız bilgiyi okur, yorumlar, analiz eder, genişletir, anlamını şekillendirir, kendi hayatında harmanlar ve hizmet eder. Ve parlar. Bu yazıda söz ettiğim, sen, ikinci kategoride yer alıyorsun.

Araçlar.

Deneyimlerin içinden geçerken – onları karşına alıp seyretmezsin, içinden geçersin – farkındalık, sorumluluk, anda kalmak, akışa uymak, eş zamanlılık, ayırt edicilik,  gibi pek çok araca ihtiyacın olur. Bu araçlar heybende mevcuttur ama diğer ıvır zıvırın içinde kaybolmuştur. Yolda tüm araçları heybeden çıkarıp içselleştirmen gerekir. Böylece sen gelişirken heyben hafifler. Sen bu araçları OL’ursun. Onları yapamazsın ya da taşıyamazsın. Sadece OL’ursun. Lafla peynir gemisi yürümez.

Misal “akışta kalmayı” teoride anladın diyelim. Sokakta, otobüste kimi görsen “akışta kalmak” üzerine söylev çekip duruyorsundur. Bunu da bilgiyi paylaşmak adına yapıyorsundur. Oysa hayat kendin olmayan bir şeyi paylaşmanı komik bulur. İlgilenmez. O senin ne şekilde akışta kaldığına bakar. Eğer her hangi bir yüzleşmede olayı örtbas ediyorsan, akışın sana açtığı yola girip adımlamak yerine statükoyu korumaya bakıyorsan olaylar sertleşerek seni akışa uymaya zorlar. Çünkü o bilgi sana sağda solda onu satasın diye değil yolculuğunda pekiştirip, yaşayasın diye gelmiştir. Bilmediğinden sorumlu değilsin ama bildiğin kadarını yaşamalısın. Zihnin o bilginin anladığı kadarcık kısmına destan yazarken bilginin bütününü göremez bile. Onu ancak yaşayabilirsin.  Bilgiyi yaşadığında yepyeni eş zamanlılıklar olur ve az önce uçurum olan manzara şimdi meyve bahçesine dönüşüverir.

img_6185

Öte yandan her bilgi her zaman iş görmez. Diyelim ki evini bir sürü Feng shui objesi ile doldurup her gece yatarken 5 tane onaylamayı yüzer kere tekrarlayarak çekim yasasını işleteceğine inanıyorsun. Uyanış zamanlarında bu uygulamalar çok işe yaramış olabilir. Sen de işe yarar diye bunları heybene attın. Oysa onlar senin yola girmen içindi. Feng shui objeleri senin üst bilinçle rezone olman için birer provaydı. Onaylamalar kalbindeki hissedişleri görmen için birer denemeydi. Onlar taytay bebeğin ilk adımları içindi. Bunlara takılıp kalırsan 10 yaşına geldiği halde yürüteçle yürümeye çalışan sağlıklı bir çocuğa benzersin. Çekim yasası senin ne olduğunla ilgilidir neyi istediğinle değil. Ama uyanış zamanında acemi şansı ya da başlangıç bonusu olarak istediğin şeyler belki sana gelmiştir. Niyetle yaratmak için onaylamalar o zaman işe yaramıştır ki niyetin gücünü yaşayasın. Yolda böyle bir şey yoktur. Yolda isteyene verilmez, benzer benzeri çeker. Kahramanın Yolculuğunda sen tıpkı bir kahraman gibi ne istiyorsan onu olmak zorundasındır. Yoksa “onu da isterim bunu da” diyen bir mızmız çocuk olarak kalırdın.

Bazı bilgiler spiralin her katmanında kullanmak için değildir. O anki algı düzeyini genişletmek için hizmet ediyor olabilir ama nasıl 10 yaşındaki insan yürüteç kullanmazsa Kahramanın Yolculuğunda da uyanış bilgilerinin bazıları iş görmez. Onları heybeden çıkarıp, teşekkür edip bırakmak gerekir.

Saflaşmak, arınmak daha doğrusu anlam değişimi.

Heybendeki yapıştırma kimlikleri ve kalıpları teker teker bırakmaya başlarsın.

Aynı kişiler farklı rollere bürünebilir. Güvendiğin dağlara kar yağar ama o dağa değil de kendine güvenmeyi seçtiğinde bir bakarsın ki o zaten dağ değil ufacık tümsekmiş. Hayatındaki kişilerin, şeylerin anlamları değişir. Sanki yap-boz bulmacanın dağınık parçaları teker teker doğru yerlerine yerleşir gibi olur.

Sen kendi merkezine doğru ilerledikçe yüklediğin anlamlar, kendince icat ettiğin koltuk değnekleri işe yaramaz hale gelir. Kişiler ve olaylar senin varsaydığın gibi değil gerçekte oldukları gibi görünmeye başlarlar. Aslında sen kendin daha gerçek, daha özüne benzer olmaya başlamışsındır.

Bir müddet sonra heyben boşalır ve sonunda heybeyi de bir yerlerde bırakırsın. Olaylar ve olgular gerçek anlamlarını buldukça sen tek başına yeterli hale gelirsin. Hangi bilgiyi içselleştirip hangisini bırakacağını yolu yürürken bilirsin. Basitçe kendin olma şansın vardır. İç sesini dinlemeyi öğrenmişsindir. Ayırt edicilik, farkındalık, anda kalmak senin sadeleşmen için gerekli araçlardır.

Her şey bağlantılıdır.

Sadeleştikçe hafifler ve ustalaşırsın. Ustalaşmak dediğin spiral şeklindeki yolunu, spiralin doğasını, ritmini artık tanıyor olmaktır. Sen oluşlar, olaylar ve şeyler arasındaki bağlantıları görmeye başlarsın. Sonra bir gün meditasyonda belki, belki de çay demlerken kim bilir, bir anda hayatın mükemmel dokusu uçsuz bucaksız bir örümcek ağı gibi gönlüne ayan olur.

Şöyle bir bakarsın. Sen bu ağın tam merkezindesindir. Biraz daha bakarsın ve tanıdığın tanımadığın herkesin ve her şeyin bu ağı kendi merkezlerinden gördüklerini ve tüm yaratılışın, her bir zerrenin tek tek bu mükemmel dokunun göreceli merkezinde yer aldığını bilirsin. Her zerre bulunduğu noktada tam merkezdir.
Kelebek etkisini duymuşsundur. Denir ki Amazon’da kanat çırpan bir kelebek Kuzey Amerika’da fırtınaya sebep olabilir. Ufacık şeylerin başlattığı etki öngörülemez büyük sonuçlara yol açabilir. Bu kaos teorisidir. Sen kuantumcuların “entanglement – dolaşıklık” dediği bu bağlantı halinin ortasında durup, kendi merkezinden baktığında, kaosun içindeki muhteşem düzeni görürsün. Zihne kaos gibi gelen bütündeki kusursuz uyumdur. Bu uyumu zihin göremez ancak kalp hisseder.

Madem ki her şey bağlantılıdır.

Ve madem ki sen ve diğer her bir varlık tüm bu kainatta en az bir kelebeğin kanadı kadar etki gücüne sahipsiniz o zaman yaratılışın her zerresi ve elbette sen de evrensel oluşumda etkin rol taşıyorsunuz demektir. Bu durum seni hayatın içinde kendi gücünü taşımaktan sorumlu, egemen mutlak bir varlık haline getirir.

Asla yalnız değilsindir. İstesen de olamazsın. Çünkü kainattaki her zerre ile bağlantıdasın.

Bu bağlantı öylesine gerçektir, öylesine bütünseldir ki bunun dışında hiçbir şey yoktur. Özetle kainat ve sen ayrı değilsiniz. Kainat ve sen TEK bir var oluşsun. Ahadiyet bir metafor değil hakikattir. Bunu duymak sana ne hissettiriyor?

Görüyorsun değil mi? Yol sana kendi kendini taşımayı, kendi gücüne sahip çıkmayı öğretir. Herkes gibisindir yani hakikatin yolunda yürüyen gerçek bir ustasındır. Sadece öyle olduğunu unutmuştun artık hatırladın. Diğer unutanların da bazıları hatırladılar diğerleri ise zamanı gelince hatırlayacak.

Hülasa;

Gündelik hayatın telaşesinde koştururken bazen unutsan da arada nefes alırken ustalığını hatırlarsın.

Dünya sana her gün başka bir yüzünü gösterirken sen her yeni yüze kendi merkezinden gülümseyerek selam verirsin.

Gücünü sen vermezsen hiçbir şey ya da hiç kimse senden alamaz. Verme o zaman.

Farkındalık ve nefes seni anda tutar. Anda kalırsan sadeleşmek kolay olur.

Seçimlerinde sevgiyi çoğaltanı, neşeyi artıranı, zor değil kolay olanı öfke, suçluluk, acıma gibi dramalara tercih edersen yolun açılır. Dramalar gelip zorla seni buluyorsa ya da dramatik bir ortama doğduysan bak bakalım o durumdan ne öğrenmen gerekiyormuş. Sor bakalım dramanın sana hediyesi ne imiş? Dramada kaybolmazsan verdiği dersi çabuk öğrenir, içinden rahat çıkarsın.

Aceleye gerek yok ama zaten orada olduğun bir hedef için o kadar ayak sürümek de anlamsız.

16786_1008509962512254_6202169925070234432_n

Yaşıyor olduğun sürece yol da bitmez dersler de. O yüzden “oldum ben” demeyesin. Sinüs eğrisini hatırla. Yol iniş çıkışlıdır. Her yokuş kahramanın fethi içindir. Yokuşun tepesindeyken “oldum”  değil de “yoldayım” dersen yokuşun dibine indiğinde canın acımaz. Zaten sonra gene çıkarsın başka yokuşları ve inersin. Fark etmez.

Son sözü usta söylesin.

Bunca laf edip de belki diyemediğimi Mevlana dört dizede demiş o güzel gönlüyle

Bir can var canında, o canı ara.

Beden dağındaki gizli mücevheri ara.

Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara.

Ama dışarıda değil, aradığını kendi içinde ara.

Eyvallah.

Yolumuz açık olsun.

 

 

Yazar Hakkında

Her şey şu ana dek söylendi. Şimdi bir kere de ben söylüyorum. Sonsuzun tekrarı benim belki ilk deyişim. Her tekrarda kendini yeniden keşfetmenin o tatlı oyunbazlığı derinde hissettiriyor var olduğumu. Böylece biliyorum hep varım, hep seyirde ve bazen de içinde. Bu yüzden yazıyorum.

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir