Tüm hayatı bir amaca hizmet etmek için yaşıyoruz, BEN olabilmek. Bu yolculuk dünyanın en yüksek zirvesine çıkmak, en uzak noktasına gitmek, en karanlık mağarasına girmek ve en derin kuyusuna inmek gibidir. Bütün olasılıkları ve deneyimleri yaşatır insana. Korku, heyecan, coşku, acı, ızdırap, sevinç, mutluluk, hüsran, umut, doğum ve ölüm…
BEN OL’mak, o kadar kolay değildi aslında. Milyarlarca insan bu yolculukta özünün ışığında değil, toplum denen yanıltıcı ve yönlendirici olgunun himayesinde kendi yaşamını devam ettirmektedir. Bilmenin ve görmenin imkansız hale geldiği, eğitim, öğretim ve dayatılarak yaşatılan farkındasızlıklar ile büyür ve büyütülür. İtaat etmek, tapınmak, gücü elde etmek ya da güce ait olmak gibi gerçek dışı fantezilerin esiri haline gelir.
Hayata bağımlı olarak doğar insan, sevgi bağımlısı, beslenme bağımlısı, temizlik bağımlısı, dokunulma bağımlısı, fark edilme bağımlısı ve kabul görme bağımlısı… Evet, şaka değil her biri bir bağımlılık hali aslında, acizliğin verdiği ve muhtaçlığın dayattığı bir bağımlılık. Bunun ilk tezahür noktası ise, anne ve baba oluyor. Onlar görsün, onlar sevsin, onlar beslesin ve onlar dokunsun… Çocuk, ben halinin en çıplak halinde iken muhtaçlığı da deneyimliyor, bağımlılığı da…
Kişinin, kendisini hangi yaşta ve koşulda bulacağı, insan gerçekliği içinde iken tahmin edilemiyor. İşin garip tarafı aynı yaşanmışlık ve deneyim herkeste farklı sonuçlar doğuruyor. Sevdiği kişi tarafından terk edilen biri, depresyona girebilir, bir diğeri ölümü düşünebilir, alkolik olabilir, hayata küsebilir, acıma duygusunu kaybedip intikam almaya çalışabilir, şiddet uygulayabilir ya da gidip bir başkası ile kendisini teselli edebilir. Her biri kendi öz gerçekliği içinde kişiye özel doğrular yaratıyor ya da açığa çıkartıyor. Olay aynı aslında sadece ortaya çıkan şey farklı cereyan ediyor. İşte bu tarz farkındalıklar öğrenilmişliklerden gelen BEN’in hallerini taşıyor kendi içinde.
İdrak seviyemiz, inançların ve öğretilerin dayattığı korkular ile şekillenip kapanıyor ya da boyut değiştiriyor. Öz’ümüzün gerçekliği olan bir durum, toplumsal öğretilerin ortaya çıkardığı ve aslında sadece sistemi yönetenlerin olmasını istediği haller ile örtüşmeyince cezalandırılmaya ya da dışlanmaya maruz kalıyor. Böylece; Ben’lerin, Biz’lerden kimlik alacağı oluyor dünyadaki yaşam sürecinde.
İnsanların bütünselliğini bir okyanusa benzetirim. İçerisinde yedi milyar insanın yer aldığı bir okyanus. Her insan o okyanusun bir unsuru olmakta. Her insanın sancısının benzerini o an dünyada binlerce, onbinlerce hatta belki de yüzbinlerce insan yaşıyor. Bu tıpkı dalganın bir kayaya çarpması gibi. O an o kayaya çarpan binlerce damla (insan) kendi sancısını görmekte. Oysa bütünün içindeki halini görse aynı anda oraya çarpanlarla birlikte aynı bilinç seviyesine erişse, idrak edecek geldiği noktayı. İnsanlar acılarını yaşarken, bilinç seviyesinden uzaklaşıp daha alt boyutlarda beden seviyesine inip acılar yaşamayı seçiyorlar ve bunun getirdiği sancılarla kısmi farkındalıklar yaşıyorlar. Fakat bu farkındalıklarda o durum ortadan kalkana ya da yeni bir başlangıç yapana kadar devam ediyor.
BEN’ler o kadar çoğul ki dünya da her sancıyı, hastalığı, sorunu ve derdi bireyselde çözmeye çalışıyor ya da o sorundan haberi olmayan bir başka kişiyle. Oysa sorun dediğin aynı sorunu yaşayan ya da yaşayıp atlatan birine sorulur. Bizler BEN yolculuğunda en büyük hatalardan birini de bu şekilde yapıyoruz. Aşk acısını gidip, musmutlu birine anlatıp ondan çare istiyoruz. Kanserin çaresini sağlıklı ve hastalık nedir bilmeyen birine anlatıp ondan bize yol çizmesini istiyoruz. Sevgiyi aradığımızı, cinayetler işleyen ve insanlardan nefret eden bir başkasına söylüyoruz ve sevgiyi bize göstermesini bekliyoruz.
Ben’den ötesi var mıdır? En çok sormamız gereken soru olması gerekirken, tüm yaşamı Ben’e gelen yollar neredediri arayarak geçiriyoruz. Yani yolculuğun başı gibi sonu da hata oluyor. Bağımlılıklarla yaşama merhaba diyen ve yolda ilerleyen çocuk, Ben’i ancak başkaları ile tamamlarsa mümkün olabilir diye görmeye devam ediyor. Hayatın içinde iken olmazsa olmazları oluyor, diğer bütün kişiler, eşyalar, araçlar, maddeler ve karakterler… Ben’im arabam, Ben’im evim, Ben’im sevgilim, Ben’im düşmanın, Ben’im babam, Ben’im annem, Ben’im kardeşim, Ben’im ayakkabım, Ben’im düşüncelerim, Ben’im duygularım… Liste çok kabarabilir, onlarla BEN olmayı bildiğimiz için, onlarında bizim olduğunu sanmak gibi bir duyguyla var olmaya çalışıyoruz. Çünkü onlar bizi Ben’lik hallerimize adresliyor.
Kimsenin alacağı yokken kimliğimizden, biz birileri Ben’im olsun adına, ödünç veriyoruz bize dair her duyguyu, yaşanmışlığı, bedenimizi ve aldığımız bütün yaşlar ile tecrübelerimizi. Bir’liği sağlamak Ben’liğe erişmeden mümkün olmadığından önce olmak istediğimiz kişi haline gelmeliyiz. Uyanışlar, acıların içinden doğduğu gibi mutluluklardan da pay alabilir. Acıtmıyorsa öğretmiyordur, dibe vurdurmuyorsa yukarı çıkartmıyordur tarzı negatif eylemlerden pozitif sonuçlar almayı düşünmek, insan varlığı için en büyük yanılgılardan biridir. Kendi içinde devrimini yapmak için acı suyu içmek gerekmiyor, terk edilmen gerekmiyor, birilerini kaybetmek, sahip olduğun tüm serveti yitirmekte gerekmiyor. Asıl devrim, her şey var iken olanlardan yola çıkıp ya da yoldan dönüp, Ben’liğe erişebilmektir.
Hayatımızın sorularıdır, Ben Kimim? Neden bunları yaşıyorum? Neden dünyadayım? Neyi görmem gerekiyor? Nerede hata yaptım? Niçin hep aynı şeyler tekrar edip, duruyor hayatımda? Nasıl fark ederim benim için olan doğru şeyi? Sahi kimim Ben?
Her şeyden önce öğrenilmesi gereken bir şey varsa o da, bütün soruların muhatabı olan Ben, SEN’sin… Unuttuğun şeyleri tekrar hatırlayabilmen için bir yolculuktasın. Bu yolculuğunda evren kendi seyri içinde devam ederken, asıl hareketli olan zihnin ve onun yansıması olan duygu ve davranışların geri dönüşlerini sağlayan kişilerle bir aradasın.
Güneş, ay, yıldızlar, dünya, ağaçlar, hayvanlar, denizler, nehirler, dereler, göller ve ormanlar hepsi kendi amaçlarına uygun hareket ediyorlar. Bir ağaç deniz olmaya çalışmıyor mesela ya da bir orman, göl olmaya. Damlanın derdi değil güneş olup dünyaya ışık saçmak. Lakin gel gör ki Ben’deki Ben’i arayan insan, her şey olmaya çalışmakta. Güneşe alternatif ısı kaynakları üretiyor, göle alternatif havuzlar inşa ediyor, yıldızlara alternatif ışık kümeleri oluşturuyor. O kadar çok şey olmak istiyor ki insanoğlu asıl olması gereken şeyi yani kendisini unutuyor ve kaçırıyor bu süreçte. Her an yeni bir müdahale ile, karpuzdan kabak, çilekten kiraz, domatesten biber elde etmenin derdine düşüyor, hayatın kimyasını değiştirerek kendi kimyası üzerinde oynuyor. Değişmesi ve dönüşmesi gereken kendisi iken, dünyasında var olan her bir unsuru şekillendirmeye, özünü değiştirmeye ve kendi yaşamına uygun hale getirmeye çalışıyor. İşte burada kendi dönüşümünü kaçırıp, nihai olan mutluluğu ulaşılmaz kılıp mutsuz ve çetrefilli bir hayata adım atıyor.
Ben olmak için okunan kitaplar, alınan eğitimler, çekilen inzivalar, yapılan dualar, değiştirilen inanç modelleri, mevcut isimlerine eklenen yeni adlar, girilen dernekler ve tarikatlar, erişilen zirveler, yapılan meditasyonlar, inisiasyonlar, uyumlamalar, törenler hepsi ama hepsinde gözden kaçırılan bir şey var o da Ben olmak için bunların gerekliliğine inanmak… Bu inanç kişiyi Ben haline yaklaştırmak yerine, yaptığı şey haline getirmekte. Bir kez daha kendisini kendisinden öteleyen insan, gerçek varışın ölüm ile mümkün olacağını düşünmeye başlıyor. Oysa asıl olan Ben halini doğunca yaşıyordu zaten. Bunu fark etse ve ilk ana, doğduğu zamana dönebilse -ki bunu yapabilmenin en kolay hali kimliklerinden özgürleşmesidir- gerçek Ben’i görmeyi bir nebze de olsa başarabilecektir.
Her bireyin yolculuğu kendi gerçekliğiyle şekilleniyor. Yani Cansu’nun Ben yolculuğu ile Selen’in Ben yolculuğu aynı değil. Kesiştiği yerler olsa da her birinin kendi deneyimi ve deneyimlerden elde ettikleri tecrübeler, duygular ve korkular ile yolculuktan elde edecekleri geri dönüşümler farklılık gösterecektir.
Herkesin, Ben yolculuğu kendi içinde başlar ve kendi içinde devam eder. Arayış elbette var olacaktır, fakat, yolculukta, biraz çevre incelense, insanların ve doğanın gösterdiklerinden çıkarımlar yapılabilse, kendisine dokunan şeylerin sebeplerini ve sonuçlarını idrak edip, dönüşümünü bu yönde geliştirebilse, gerçek olan Ben’liğine erişmek an meselesi olacaktır.
Ben halinizi size gösteren bütün izleri takip edin, onları görün, duyun, dokunun, hissedin ve uyanıp kendinizi bulun. Sizi siz yapan tek gerçek, “Ben Ben’im” (Eddi Anter) diyebilmekte. Yolunuz ve farkındalığınız açık olsun…