Savaşların, küresel terörün, haksız piyasa rekabetinin ve yaşam koşullarının zirve yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Buna paralel teknolojinin bütün olanaklarıyla bu yıkıcı döneme hem destek verdiği hem olayları hızlandırdığı günlerdeyiz.
Hepimiz bu vahşet ve korku dolu günlerde benzer soruları soruyoruz.
Dünyanın hali ne olacak?
Nereye gidiyoruz?
Bu savaşları neden yaşıyoruz?
Bu dehşet dolu günler ne zaman bitecek? gibi nice sorular kafamızı kurcalıyor ve uykularımızı kaçırıyor.
Tüm bu sorular ve korku dolu günlerle birlikte olan biteni, anlık gelişmeleri ekranlardan bir film izler gibi izlemekteyiz. Bu vahşetin tam ortasında nasibimizi alırken bir taraftan da pasif izleyici konumundayız. İşin ilginç yanı tüm bu zulüm, yıkım, küresel terör karşısında başta tüm insanlık bir taraftan korkuyor, diğer taraftan bir şeyler yapmak istiyor. Değişik görüşlerden insanlar çözüm önerileri sunarken, diğer taraftan insanlar ne yapacağını bilemez bir halde, nereden başlayacağını şaşırmış bir vaziyette terör karşısında idrak kaybı, korku, şaşkınlık ve travma içinde sızlanmaktadır.
Kitlesel bir hezeyan, ne yapacağını bilememe, bütün dünyayı sarmış durumda. Böyle durumlarda hep sorarız kendimize tüm bunlar neden yaşıyoruz? Bu hayat bize ne anlatmak, ne öğretmek istiyor?
Şöyle bir hayatın, tarihin seyrine baktıkça insanlar zor zamanlardan, yıkıcı durumlardan geçtikçe kendini, toplumu, dünyayı derinden sorgulayıp mevcut düzeni değiştirmek amacıyla yeni ve hızlı arayışlara girebilir. Hayat bazen insanları zorlu ve yıkıcı sınavlara mecbur bırakırken hızlı ve acil hareket etme dürtüsünü de ortaya çıkarabilir. Hayatta kalma dürtüsü insana uzlaşmacı yeni yollar arama ve yol haritası çizme zorunluluğunu getirir. Hayatta kalmak için hızlanmak, nerede yanlış yapıyorduk ve neleri gözden kaçırıyoruz ki insanlık böylesi küresel bir vahşettin pençesinde gibi etraflı düşünce ve sorgulamalarla yaşanan bu yıkıcı ve olumsuz durumlara karşı farklı ve zengin bakış açıları kazanabilir. Yaşamın devamı için ılımlı ve daha adil tarzda yeni yollar bulmanın bir zorunluluk olduğu farkındalığına ulaşılabilir.
İnsanlık adına dengelerin bozulduğu, şiddet, nefret, ayrımcılık söylemlerinin arttığı günümüzde adalet terazisinin dengesi iyice bozulmuştur. Bu dengesizliğin ve bunları besleyen söylemlerin dünyayı iyice şiddet ve korkuya boğacağını düşünürsek bu dengeyi hep birlikte sağlamanın insani bir zorunluluk olduğu hemen fark edilir. Nefret nefretle nötralize edilemez ya da giderilemez tek yol yapıcı, akılcı merhametli söylemler ve davranışlardır.
En büyük hata bazı insanların bir yerde bir zulüm, nefret, terör varsa bunun kendilerine bulaşmayacağını düşünmeleri ve iyice ayrıştırıcı söylemler ve davranışlar göstererek bu olayların kendilerini etkilemeyeceğine dair bencil düşünce ve inaçlarıdır.
İnsanoğlu bu hayat okulunda bireysel sınavları olduğu gibi toplumsal ve sınır ötesi sınavlara tabi olduğumuz gerçeğini hiç hesaba katmak istemez. Hayat insana tüm olumlu duygularla birlikte olumsuz duyguları da yaşatarak hayata nasıl tutuğuna göre not veren bir okuldur adeta bu okuldan ne kaçış, ne de kopya vardır. Dünyanın öteki ucuna bile gitsek insanlık adına verilen bu sınavlardan kimse muaf değildir.
Hayatta karşılaştığımız ani yıkıcı, zorlayıcı durumlar bizi daha derinden etkiler ve sonraki yaşantımıza bu tecrübeleri katarak farklı bakış açısı kazanmamıza neden olur.
Bu kafa karışıklığı ve köşeye sıkılmışlık hissiyatı altında hayat bize ne gibi mesajlar ve dersler veriyor diye düşünürüz bazen. Şöyle bir kenara çekilip derin düşündüğüm anlar da hayat bana der ki;” Yaşadıklarınızdan doğal olarak can güvenliğinizi kaybetmekten, toplumsal paranoyadan, yarına güvenmemekten korkuyorsunuz ama bu korkuya batmışlık durumuyla nasıl hareket edebilirsiniz. Nasıl umudunuzu besleyebilirsiniz? Her şeye rağmen, içinizdeki iyiliği, güzel günlere inancınızı çoğaltın. Cesaretle yolunuza devam edin. Belli oranda korku doğaldır, hayatta kalmanızı sağlar. Lakin fazlası idrak kabiliyetini, karar vermenizi, harekete geçmenizi engeller, sizi olduğunuz yere hapseder. O yüzden silkelenin. Yüreğinizdeki umudu yeşertin ve güzel günlere, insanlığa dair iyi inançlarınızı besleyin ve umutlarınızı asla tüketmeyin. En büyük cesaret içimizdeki iyilik ve güzellikleri her ne pahasına olursa olsun koruyarak yola devam edebilmektir.”
Evet iç sesim bana bunları söylerken düşündüm ki; aklım da kalbim de aynı şeyleri işaret ediyordu. Eğer elinde taşıdığın sevgiye, merhamete, iyiliğe dair taşıdığın umut meşalesi sönerse karanlık artar ne kadar yanan umut meşalesi o kadar aydınlık. İçinde bulunduğumuz toplumsal şartlardan kaynaklı durumlar bazen çok sıkıntılı olsa da sen yüreğinden umudu, sevgiyi eksik etme unutma bunlar senin yegane rehberin . Onlarsız yol alamazsın, ışık saçamazsın ne kendine bir hayrın olur ne de etrafına. O zaman silkelendim ve içimden dedim ki yaşadığımız sürece bu dünyada hep iyi, güzel, neşeli, keyifli şeyler olmayacak, her türlü olumsuz yıkıcı şeyler de olacak lakin bunlara benim nasıl cevap verdiğim başıma gelenlerden daha önemli. Başımıza gelen her şey bizi bu hayat okulunda sürekli silkelemek ve yeni derslere hazırlamak için bir basamaktı.
Yaşam bitmek bilmez bir çaba ve serüvendi.Her sayfada farklı olaylarla, öngöremediğimiz acılarla, anlam veremediğimiz hüzünlü olaylarla karşı karşıya bırakır bizleri. Bazen yıkıcı olan altından kalkamadığımız, bizi tökezleten bu yaşam serüvenin yegane şifası sevgi, birlik ve birlik duygusuna olan inancımızdır.
Sevginin, birlik ve beraberliğin ve merhamet duygusunun olmadığı topraklar gün gelir çoraklaşır. Her türlü ayrım, ötekileştirme büyür. Sevginin, merhametin bereketi, şifası terk eder böylesi ortamları. Yaşam farklılıkları, birlik beraberlik potasında eritebilen, onları dışlamayan, taşlamayan ruhlara, iyi kalpli serüvencilere seslenir ve yeni kapılar açar. Hayatın derinden insana seslenen tınısını ona kulak veren onu tüm kalbiyle dinleyebilenler duyarlar. Yaşamını maddi eşyalara, diğer insanlara bağlayan ve bunları hedef edinenler gün gelir yolunu kaybederler. Daha yüksek amaçlar, evrensel değerler bizim hedefimiz olmalıdır çünkü ancak böylesi naif yürekler yolumuzu aydınlatarak hayatın bize derinden seslenen yol gösterici, şifa veren melodisini dinleyebilir.
Korkuya, acıya teslim olmak toplumsal kolektif bilinci olumsuz etkiler. Hayat durmuyor, sürekli akıyor ve tüm bunlar olurken senin de olanlar karşısında eski tavırda ve düşünce de olmanı istemiyor, sürekli başına gelenlerle yeni yollar bulmanı umutla yeni bir yol haritası çizmeni istiyor. Hayat duranı, korku ve acıya teslim olanı değil, her şartta yoluna devam edeni bağrına basıyor ve yeni kapılar açıyordu.
Yaşam acısıyla, tatlısıyla, hüznüyle, neşesiyle yüzleşip, tamamlanmak demektir. Olgunlaşmak her türlü duyguyla hesaplaşıp, aldığımız dersleri içselleştirmeyi ve neticesinde edindiğimiz tecrübeler eşliğinde yürümeyi gerektirir.
Hayat okulunda o kadar çok ders vardı ki, tam bitti derken daha niceleri çıkıyor karşımıza ve anlıyoruz ki her adımımız bir tecrübeymiş, yolu daha açmak ve aydınlık kılmak için ve amacımız bu sınavı elden geldiğince olumlu bir ruh hali içinde kalarak verebilmekmiş. Yarının neler getireceğini elbette bilemeyiz ama belli ki yaşadığımız sürece sadece olumlu duygular, durumlar yaşamayacağız acı da olsa her türlü deneyimden yıkımdan bir şeyler öğrenip yeni gözlerle bakabilmeliyiz bu hayata. Dersimizi alıp kendimize yeni yollar bulmalıyız.
Unutmayalım yeni yolları eski haritalarla gidemeyiz. Aklın sevginin, merhametin, umudun rehberliğinde yeni yolları çizdiğimiz yeni haritalarla gidebiliriz. Barış, huzur dolu günler en büyük hedefimiz ve düşümüz Ol’sun.