Hayatın gerçekleri ile kendi gerçeklerimiz bir değildir. Hayat, önümüze sunulmuş bir evrendir. Canlılar, sınırları olmayan hayatın, sınırları olan varlıklarıdır. Her canlı kendi yaşam gerçeğini, kendi oluşturur; Hayata bakış açısı ve hissettikleri ile, yaşayabildiği kadar tecrübeli bir varlık olur. Hayatın gerçekleri, önümüzde karışık, anlamsız, doğal ve saf olarak durmaktadır. Anlamlar, insanların zekaları ile algıladıkları yaşam kurallarına bağlıdır. Yaşamın gerçekleri, yaşamın kuralları doğrultusunda, insanın eseridir.
Hayatın gerçekleri, varlıklardan bağımsız bir şekilde, fırtınalar arasında geçer. Doğanın fırtınalarına karşı önlem aldıktan sonra, dünyanın cennetten bir farkı yoktur. En vahşi hayvanlar bile, ihtiyaçlarını karşılayabildikten sonra, uysal bir hayvana dönüşür. İnsan veya hayvan bütün varlıklar, uysallığı veya vahşiliği, çocukluk dönemlerinden yaşamlarına aktarırlar. Gençlik dönemindeki alışkanlıklar, vahşi ise vahşi olarak, uysal ise uysal olarak, çılgın, sakin, agrasif ve ya depresif bir tür ortaya çıkarır. Karnı tok iken vahşileşmeyen vahşi canlıların durumlarına bakarsak, aslında vahşetin açlıktan ve doyumsuzluktan kaynaklandığını anlayabiliriz. İnsanın gerçeklerine bakarsak eğer, zaman ve mekan arasında, farklı dünyaları algılayarak yaşayan tek canlı türü insandır. Diğer canlılar, zaman, mekan ve ölçü birimlerini hesaplayamadıkları için, İnsanın kurabildiği kadar derin hayaller kuramazlar. İnsanın derinlikleri, kişisel olarak kendine büyük fayda sağlarken, genel olarak insanlık adına o kadar faydalı değildir. Son yüzyılın dahilerinden, A.Eintein ‘ın yaptıkları eserler, sadece bahsi geçen yetenekler olarak kalmaktadır. Ortaya çıkan sonuçlar, insanın yine kendi derinliklerinde yarattığı, meşhur olma sevdasının üzücü sonuçlarıdır. Anlaşılması gereken nokta, insanın kendi derinliklerine daldığı zaman, gerçek hayattan uzaklaşmasıdır. İnsan haricindeki bütün canlıların, gerçek hayattan uzaklaşabilecek bir düşünce yapısı yoktur. İnsan gibi bir zekaya sahip olmadıkları, hesap yapamadıklarından anlaşılıyor. En gelişmiş hayvan türü olan şempanzelerin zekası, 5 yaşındaki bir insanın zekasından öteye geçemiyor. Çünkü harfler, sayılar, ölçü birimleri, zaman ve mekan algıları gelişemiyor.
Canlıların ortak algıları, ses, görüntü, koku ve doku algılarıdır. Hayatın, doğru bir yaşam formülünü bulmaya çalışan insanların hesapları, diğer insanlar ile birlik olmadığı sürece, boşa giden bir çaba olarak kalır. Birlik olma mantığının altındaki sır, insanın yaşam süresinin, hayatın gerçeklerini anlatabilmekte yetersiz kalmasıdır. Düşünce yapısı olarak doğru bir yöntem bulduktan sonra, hangi yaşta olursa olsun her insan, hayatın gerekliliklerini keşfederek, doğru bir yaşam tarzı oluşturur. Bu tecrübeyi aktarmaya çalıştığı zaman, ancak kendisi gibi olabilen insanları etkilemeyi başarır. Tecrübeler, olduğu gibi aktarılamaz. Her sanatçının yaptığı sanat eserlerinin kendine özgü bir farkı olduğu gibi, her insanın yetenek ve tecrübeleri de kendine özeldir. Burdan anlamamız gereken sonuç; insan kendi kendini geliştirebiliyorsa, zekasını çoğaltabiliyor. Dışardan gelen diğer bilgiler, o andaki hislerin derinliğine göre farklı algılanıyor. İnsanın algıladığı odak noktası, kendi tecrübelerine hitap ediyorsa, kişisel olarak büyük bir gelişme sağlayabiliyor. Son zamanlarda fark edilen üzücü bir durum olarak görülen, dahilerin yeteneklerinin yorumlanması ve eleştirlmesi, neden gelişemediğimizi açıkça anlatıyor. İnsanı eleştirebileceğim bir söz yazacağım ama bu söz kendi kendini de eleştiriyor.
“Elinde bir enerji var. Ve sen bunu eleştirmek için harcıyorsun.”