Doğaya ve insana özgü hayal ürünü öykülerin toplamı olan Mitoloji, tıpkı bilim gibi, evreni, insanı, varoluşu açıklamak için binyıllardır çabalamaktadır. Uygarlık tarihinin başlangıcından beri Mitoloji ve Bilim etkileşimi sürmektedir. Mitoloji insan yaratıcılığının ürünü olmakla kalmayıp, neredeyse tüm bilim dallarında metaforik-terminolojik olarak geniş kullanılmaktadır. Bu noktada mitolojik semboller, psikoloji, sosyoloji, tıp, iletişim ve yönetim başta olmak üzere tüm bilim dallarında yeğlenmektedir. Çünkü, mitoloji, bir kollektif bilinç ürünüdür ve ortak bir dil vazifesini görür. Bizim bedenimizin ve zihnimizin bulunduğu 3 boyutun dışında var olan başka düzlemler, başka boyutlarla iletişim, çoğunda ne bilimle ne dille açıklayamadığımız bazı içsel yaşantılarımızı, psikospiritual durumlarımızı da yorumlama, adlandırma, anlatma aracıdır. Mitleri salt anlatı olarak anlamak onların önemini ve sahip oldukları değeri yadsımak anlamına geldiğini git gide daha çok insan anlamaktadır. Peki, ben mitoterapi’ye nasıl geldim?
Kendi öyküsünü sözle, renklerle, çizimlerle ifade edebilmek gelişim ve değişim sürecini ne kadar etkilediğini ben şahsen kendi hayatımda bizzat yaşadım. Yaşamımın en zor dönemlerinde resim ve edebiyat iki kanat gibi bana yardımcı olduklarının defalarca şahit oldum. Kimseye anlatamadığım içsel fırtınalarımı, rüyalarımı, sanrılarımı hep kağıda ve tuvale aktararak, sadece rahatlama değil, kendime hayatımda yeni ve bambaşka sayfalar ve yollar açabilmişimdir. Yarattıklarımın çözümleyici ve ifadeleyici dili ise hep Mitoloji’den, bilinç altımda olan sembol ve metaforlar, imgelerden oluşmuş meğer, ki ciddi araştırmaya başladığım zaman keşif ettim bunu. Fakat Batı tarzı eğitim sistemi ve Rus edebiyatı temelli oluşan zihnim değil, Türk Mitolojisi temelinden oluşan bir sistem içindeymişim. Hatta ve hatta Türk Mitolojisinden önceki (ama ona temel olan) çok eski bir kök Sistem diyebilirim. Bunu anladığım zaman, 2009 dan beri hem araştırmalarımı sürdürürken, bir yandan da mitoterapide sanatı uygulamakla ilgili, bunu da Türk Mitolojisi esaslarıyla oluşturmayla ilgili çalışmalarımı da sürdürmekteyim. Aslında, mitoloji evrenseldir, tüm milletlerde benzer mitolojik öğeler, öyküler, kahramanlar vardır. Ama kendi kavmini seçme konusu (ki transformasyon geçirenlerin hasat şartlarından biridir) karşısına çıkıldığında, olabildiğince net tanımlamalarınız olmalıdır.
Mitler, bizi kendimiz hakkındaki en soylu ve en samimi doğrulara götüren ruhani metaforlardır.
Şöyle kısa yol izleyelim derim: Jack Rouband’ın vurguladığı gibi, mitler dilsel biçimleri, kozmolojik düşlemi, ahlaki ve dinsel kabulleri içermektedir (Vernant, 2001, s.15). Moles ise, mitleri insan yaratıcılığı açısından belirleyici rol üstlendiğini vurgulamış ve onun bir canlı olarak sınırlarının aşması, başka güçlere karşın mücadeleye olan arzusundan dolayı dinamik mitler kavramını ortaya atmıştır.
Bu kavramın altını çizen başka bir isim – Naaskow ise dinamik mitolojinin nereden geldiğimizi, şu anda nerede olduğumuzu ve nereye gideceğimizi göstererek kendimizi evrende bir yere oturtmamızı sağlayan, yaşayan hikayeler sistemi olduğuna dikkat çekmektedir (http://www.zuvuya.net/sites/raveon/boom2002/english/story.htm, 16.06.2005).
Psikolojinin bir bilim dalı olmasından önce, insanların içsel tepilerine ve yaşam dinamiklerine ilişkin olarak mitler yoluyla ipuçları sundukları ve insan doğasına ilişkin bulguların sistematize edilmesi sürecine ışık tuttuklarını ileri sürmek mümkündür. Bu noktada mitolojiyi, ‘ilkel psikoloji’ ya da ‘arke psikolojisi’ olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Psikolojinin bir bilim dalı olarak kabul görmesiyle birlikte, mitler mercek altına alınmaya ve araştırmalara konu olmaya başlamıştır. Bu bağlamda Freud, mitlerin insanların kolektif ve süregelen rüyaları olduğunu ileri sürmüştür. “Jung ise, mitlerin evrensel, kolektif ve evrensel, kolektif ve estetik bir niteliğe sahip olduklarına dikkat çekerek rüya ve efsanelerde ortaya çıktıklarını ifade etmiştir. Jung’a göre dinamik mitler, kolektif bilinçaltının arketipleridir ve her ne kadar insan ürünü olsalar da insanda daima, korku ile arzu arasında gidip gelen çift yönlü duygular yaratmaktadırlar” (Bilgin, 2003, s.91). Jung; arketipleri insanın sahip olduğu, hayvanların ise sahip olmadığı içgüdüsel düşünce ve davranış kalıpları olarak nitelemekte ve arketipler ile içgüdüler arasında paralellik olduğunu ileri sürmektedir (Jung, 1982, s.103 – 107). Pietikainen ise, arketiplerin sembolik formlar olduğunu ve biyolojik olmanın ötesinde kültürel bir niteliğe sahip olduklarını vurgulamaktadır. Buna göre arketipler genlerle değil ama, kültür aracılığıyla nesilden nesile taşınmaktadırlar. İnsanın kültür içinde doğması, kültürel belirteçlerin bilinçaltında yüklü olduğu anlamına gelmemektedir. İnsan kolektif bilinçaltıyla doğmamakla birlikte, kültürel bir ortamda büyüyerek, kültüre işlenmiş olan baskın bazı ortak özellikleri ve inançları farkında olmadan içselleştirmektedir (Pietikainen, 1998, s.333).
Arketipler, tarih boyunca tekrar yoluyla insanlığın aklına kazınmış olan deneyimleri ifade etmektedir (Nuttall, 2002, s.34).
Bu bakış açısı uyarınca insanoğlunun doğasında içkin olan tüm duygu ve arzuların, atalarından kendisine miras kaldığını ve kuşaklar boyunca kendisini takip ettiğini ileri sürmek olanaklıdır.
Hillman psikenin, diğer bir deyişle Jung’un ortaya attığı bilinç ve bilinçdışını içeren kişiliğin temelinin mitlerden oluştuğuna dikkat çekmekte ve bu bağlamda psikolojinin de nihayetinde bir nevi mitoloji olduğunu ileri sürmektedir. Bilinçaltının mitolojik boyutundan kaynaklanan bu ve benzeri söylemler, psikoloji literatüründe mitsel öğelerin yeğlenmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu bağlamda psikoloji literatüründe geniş bir kullanım alanına sahip olan ve psikomitolojinin temelini teşkil eden mitsel öğeler şu şekilde özetlenmektedir (sadece birkaç örnek):
– Androgynos: Canlıların dualizmini ifade eden en ünlü mittir. Aristophanes, eskiden insan soyunun şimdiki gibi kadın ve erkek diye ikiye ayrılmadığını ve androgynos denilen her iki cinsi de içine olan bir üçüncü cinsin yaşadığından söz etmektedir. Bugün ortadan kalkan ve geride saygınlığını yitirmiş adı kalan bu insanlar dört el ve ayağa, iki yüze ve iki üreme organına sahip olmalarının yanı sıra yarısı diğerinin üzerine kapanmış yuvarlak bir küre şeklindedir. Olağanüstü güçlü ve cesur olan androgynler bir gün Tanrılara saldırınca, Tanrılar tarafından cezalandırılmış ve ortadan ikiye bölünmüşlerdir. Böylece her yarı androgyn, umutsuzca öbür yarısını aramaya başlamıştır. Karşılaştıklarında birbirlerine duydukları şefkat, güven ve sevgi olağanüstüdür. Tek istedikleri birbirlerinden hiç ayrılmamak, sevilen nesneyle kaynaşmak, onun içinde erimek ve iki yerine tek olabilmektir (Platon, 2002, s.36-39). Psikoloji literatüründe androjen kelimesi -ki androjen, aynı zamanda erkeklik hormonudur-; hem kadın, hem de erkek karakteristiklerine sahip olmak anlamına gelmektedir. Androjen kişi, cinsiyetinin gerektirdiği baskın davranışları göstermeyip karşı cinsle ortak denebilecek davranış özellikleri sergilemektedir.
-Andromeda kompeksi (ve ya Sindrella): “Kadını, aklını ve yaratıcılığını tam olarak kullanmaktan alıkoyan ve büyük ölçüde bastırılmış tutum ve korkulardan oluşan olgu, Sindrella Kompleksi olarak tanımlanabilmektedir. Sindrella gibi günümüz kadını da hala dışarıdan bir seylerin kendi yaşamını dönüştürmesi beklentisi içindedir” (Dowling, 1999, s.26).
– Aşil topuğu -Achille’s heel -ünlü ve yaygın kullanılan olgulardan biri- her insanın küçük ama önemli bir kusuru olduğunu anlatır. Psikoloji literatüründe ise Aşil Sendromu -Achille’s Syndrome- sözde yetkinlik sendromu olarak açıklanmaktadır. “Sözde yetkinlik, belli bir alanda kişinin kendi hakkındaki – düşük- değerlendirmesi ile başkalarının onun hakkındaki -yüksek- fikirleri arasındaki büyük farkı ifade etmektedir” (Clarkson, 1999, s.12). Bazı kişilerin yaşamlarını kendilerine ilişkin sahip oldukları derin kusur ve yetersizlik duygularını ödünlemek için geniş çaplı bir psikolojik zırh oluşturmaya adadıklarına dikkat çeken Clarkson, sözde yetkinlik sendromu olarak adlandırdığı bu sendromu nitelemek için ölümsüz görünen ve her savaşı kazanan, ancak gizli ve ölümcül bir hassasiyete sahip bir kahraman olan Aşil imgesinden yararlanmıştır.
– Elektra Kompleksi: Yunan mitolojisinde Agamemnon ile Klytaimnastra’nın kızı olan Elektra -Electra-; insanüstü bazı yasaları korumayı, ilke ve amaçların gerçekleşmeleri için tek başına eyleme geçmeyi göze alan bir kişiliktir (Erhat, 2003, s.100). Elektra ismi, Yunanca ‘parlak’ anlamına gelmektedir. Bu bağlamda kehribar -amber-, elektron ve elektrik gibi kelimelerin de kökenini teşkil etmektedir. Dolayısıyla Elektra, psikoloji literatürünün yanı sıra fizik literatüründe de varlığını hissettiren bir mitolojik kahramandır.
Konuyla ilgili bilimsel makalelerden bunlara benzer pek çok örneklemeler bulmak mümkündür. Peki mitoterapi sanatla, özellikle görsel sanatla birleştirildiğinde neler elde edilebilir? İlk önce şunu net belirlememiz gerek: bilinçaltından kişiye doğru ne fışkırıyor? Nasıl hayaller, nasıl niyetleri var bastırılmış olan? Bunu belirlemek için yine içsel yolunda nasıl bir imgeler, tınılar ona eşlik ediyor ve ya çağırıyor? Onu resmetmeye, sözlerle anlatmaya ve ya herhangi sanatsal tarzda şekillendirmeye çalışsınlar derim konuyla ilgilenenlere.
Belki Ruh eşinin arayışını simgelemek için Adrogynos’ları hatırlarlar.
Belki hayallerinde, Yeryüzünün ölümlü insanları olduğunun farkında da olsalar, tanrıların ışığını ve ateşini çalmak için Prometeus olmayı göze alacaklardır… Yenilmezlik ve kahramanlık düşlerinin sayısız imgeleri; örneğin Gılgamış olarak çıkabilir karşımıza. Belki de hayatını çocuklara olan sevgi ve şifa yolunda oluşturması, korumacı ve yaratıcılık üzerine kurması gerektiği hakkındaki bilinçaltı mesajları, Umay Ana simgeleri olarak karşısına çıkıp durduğunu fark eder bir genç kadın… Belki kendini aşmak için, farklı deneyimler yaşamak için, Büyük ben’ine doğru yola çıkmak adına Kaf dağının ardına, tehlikeler pahasına da olsa giderler.
Dışa vurulan her davranış içsel düzlemde çoktan başlamış olan bir süreçlerin veya yıllarca süren ve tekrarlanan olayların, koşulların sonucunda oluşan ve temellenen durumlardır. Bunları bazen bir mitoterapist uzmanın desteği olmadan da, kendi içinizdeki şifacı yardımında fark edebilirsiniz. Öncelikle tam olarak içsel durumu anlamak için, kişi kendini hangi mitolojik kahraman veya olguyla eşleştirildiğini öğrenmesi gerekiyor. Burada Benlik kavramı ortaya giriyor. Çünkü bir birey için, onun içsel görüsünde yansıyan dünyanın esas kahramanı olarak kendini merkezde görmesi normaldir. Bu merkezdeki GÖZLEMCİ, seneler içinde, olaylar, şartlar, niyetler, dürtüler ve düşünceler arasından süzülerek, kendine bir TANIMLAMA oluşturuyor.
‘Bizler bugün farkında olsak da olmasak da tıpkı masallar ve mitlere benzeyen öyküleri içimizde yaşatırız. Ve en önemlisi hangi öyküleri yaşatıyorsak, o öykülerin ağırlıklı duygularını hayatımızda farklı sahnelerde tekrar ve tekrar yaşarız. Aslında bir öykü sadece bir öykü değil, insanın kabulüyle birlikte bir öykü, bir kader olur. Yaşantımızın tümü; bizden önce var olan aile geçmişimiz, fetüs ve erken çocukluk döneminde yaşadıklarımız, çocukluğumuz, gençliğimiz, hayatımız üzerinde etkisi olan önemli olayların hepsi sadece birer anı olarak depolanmazlar. O anılar marifetli bilinçaltının gözetiminde bir öyküye dönüşürler. Ve sürekli baştan sahnelenirler’.
Evet, her şey, ‘Ben Kimim?’ sorusuna net cevabınız oluştuğunda başlar. Ama son dönem yaşam bilimciler, psikologlar hem de felsefecilerin araştırma sonuçlarına göre, Ben dediğimiz kavram çok daha karmaşıktır. Tek Ben’imiz olduğunu sanırken, içimizde bazen birçok benlerin olduğunu görebiliriz. İlk önce, Anlatıcı Benlik ve Deneyimleyen Benlik gibi kavramları ayırt etmemiz gerekir. Bunlar beynin sağ ve sol lobinde bulunan merkezlerin faaliyetlerinden oluşur ve bazen bir birine tamamen ters işleyebilirler. Bunların dışında, etraftaki sosyal yaşam tarzının yorumlarından oluşan benliklerimiz de oluyor. Modern insan eskilerdeki gibi sabit bir benlikten yoksun olabiliyor, çünkü sık sık yaşam tarzı değiştirebilir, ortam, memleket veya iş-çalışma-meslekle ilgili, sınıf ve farklı insan kesimleriyle ilgili değişiklikler olurken, Benlik denilen kavramının da değişmesi gibi süreci yaşayabiliyor. Mitoterapik çalışmanın amacı, içine doğduğumuz ailenin/sistemin/psikolojik gerçekliğin yarattığı öyküden çocukluk, ergenlik ve yetişkin ruh hallerinin genişleyen olanaklarına yönelmek ve bilincin bilinçdışı ile olan diyaloğuna güvenli bir zemin oluşturmaktır. Çünkü ancak bu özel diyalog ile varoluşsal kaygılarımızı anlayabilir; hayattaki asli sorumluluklarımız için gerekli olan kendi olanak ve gerçeklerimizle yüzleşebiliriz. ‘Eğer terapötik süreç danışanın kendi bilinmez yanı ile diyalog kurmasına yardım ediyorsa, bu aynı zamanda danışan için yeni ve bilinmez olana adım atma cesaretini de bulmasına uygun bir zemin hazırlayacaktır’.
Mitoterapi sanatla beraber uygulandığında, sürecinin ilk aşamasında kendini nasıl tanımladığı hakkında net görüşü oluştururken, böyle tanımlayageldiği haliyle zarar gördüğünü karar veren danışan, kendine aslında bir başka, daha güçlü, daha farklı bir kişilik isteyebilir. Hatta ve hatta, aslında içinde iki benliği yaşattığı, birinci benliğiyle ‘dışarıda’ iş gördüğü, ama asıl ikinci ben’inin her şeyi yönettiğini fark edebilir ve O’nu öne çıkarmayı tercih edebilir.
Klasik psikolojide, İnsanların gerçekleşmesini arzu ettikleri veya gerçek olarak algıladıkları bir şeyin, er veya geç gerçekleşeceğini ifade eden bir mitos olan Pygmalion; sosyal psikoloji literatüründe Merton’un kendi kendini gerçekleştiren kehanet kavramına denk düşmektedir. Bu bağlamda Pygmalion etkisi -Pygmalion effect-, insanların kendileri ve dünya hakkındaki temsillerinin veya imajlarının önemini vurgulamak için kullanılmaktadır. Bu imaj ve temsiller gerçek olmasalar da, sonuçları bakımından gerçektirler (Bilgin, 1996, s.92). Pygmalion Etkisi, yaptığı araştırmalarla kavramın gelişimine katkılarda bulunan Robert Rosenthal’den hareketle, ‘Rosenthal Etkisi’ olarak da bilinmektedir. Bu bağlamda Rosenthal tarafından yürütülen araştırmada bir grup öğretmene, sınıflarındaki bazı çocukların yüksek IQ’lu oldukları ve bu çocukların, derslerinde çok başarılı olacakları söylenmiştir. Araştırmanın ilerleyen safhalarında, bu çocukların ortalama IQ derecesine sahip olmaları- na rağmen, başarılı oldukları görülmüştür. Bunun nedeniyse, öğretmenin bu çocuklara yüksek IQ’luymuşçasına davranmasıdır (Statt, 1990, s.113).
Bilimsel deneylerle ortaya konulan bu ve benzer sonuçlardan anlaşılıyor ki, insanlara değişim için ilham verilebilir, davranışlarla kendilerini daha başarılı olmaya teşvik edilebilir.
Bu süreç mit, masal, rüya ve sistematik yaşam öyküsünün terapötik yönelimli analizini fenomenolojik algıyla uygulayarak katılımcılara artık onlara hizmet etmeyen eski öykülerini fark etmelerini ve yeni gerçeklerine uygun olan yeni öykü, arketipsel algı ile buluşmaları için alan açacaktır. İnsanın çok katmanlı yapısı gözetilerek her modül bir önceki modülü destekleyecek biçimde ve her modül farklı bilinç düzeyleri gözeterek düzenlenmesi lazımdır H.Şimşek).
Bilgi ve duygu dengesi de hızla değişen dünyaya adapte olma sürecinde göz önünde bulundurulması, aile, çocuk, evlilik gibi toplumsal kıymeti de olmakla beraber, insanın bütünlüğünü temin eden, boşluktan, sapmalardan, dejenereden kurtaran değerler olarak ele alınırken, bu konularda mitolojinin yardımıyla bilinçsel kodlamalar oluşturmak mitoterapik metotların amacını oluşturmaktadır.
‘İnsanların düşledikleri imgelerinin masalsı dünyası ve tiplemeleri onların yaratıcı güçlerini ortaya koyar’ (N.Çubuk, Mitoloji ve Sanatsal yaratıcılık).
Gerçekten, Mitolojinin sağladığı imgesel düşlerimiz olmasaydı; ne tüm canlıların dilini anlayan ama insan açgözlülüğü için kurban olan yılanlar melikesi Şahmaran, ne çocuklar ve kadınların himayecisi, bereket tanrıçası Umay Ana, ne uzak dağları aşabilen bin bir renkli Zümrüdü Anka Kuşu, ne kanatlı at Tulpar, olurdu…
Hepimize, şifalı ateşlerden sonra, kendi kendini küllerinden yeniden ve yeniden doğuran Kaknüs Kuşu olabilme dileğimle
Dr.Nodira İbrahim Güçsav
Kaynakça:
Yard. Doç. Dr. Emet GÜREL, Araş. Gör. Canan MUTER, Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması, Sosyal Bilimler Dergisi 2007/1
Jung, Carl G. (1982). Aspects of the Feminine. Princeton: Princeton University Press.
Bilgin, Nuri (1996). İnsan İlişkileri ve Kimlik. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Bilgin, Nuri (2003). Sosyal Psikoloji Sözlüğü – Kavramlar, Yaklaşımlar. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Dowling, Collette (1999). Sindrella Kopleksi – Çağdaş Kadının Bağımsızlık Kompleksi.
Çev., Selçuk Budak. İstanbul: Öteki Yayınevi.
Statt, David A. (1990). The Concise Dictionary of Psychology. New York: Routhedge.
https://huseyinsimsek.wixsite.com/mitoterapi-suvio/mitoterapi
http://www.nizamicubuk.com/denemeGoster.php?denemeNo=887
(http://mythicjourneys.org/passages/septoct2003/newsletterp4.html, 20.04.2005)