“Bazı insanlar dünyayı değiştirmek istiyor, bazıları eşlerini ya da arkadaşlarını. Kendini değiştirmek isteyense çok az. Bana sorsalar ben Tanrı’yı- Tanrı algısını- değiştirmek istiyorum galiba. Ne muhteşem bir şey olurdu. Herkesin yararına.” (Elif Şafak)
Elif Şafak sevdiğim bir yazar, bu sözü de düşüncelerime tercüman oldu. Neden mi? Ülkemize, hatta tüm dünyaya bakın. En çok kaos, savaş ve karışıklık neden çıkıyor? Tahminlerinizi duyar gibiyim: “DİN”. Aslında burada saf haliyle gelen yani ilahi düzenden gelen dinlerden bahsetmiyorum; burada bazı kesimlerin kendi çıkarları için ilahi düzenin söylediğinin tam tersini söyleyen ve tekrardan yazılan dinimsi inanışlardan bahsediyorum. Bu inanışlar tamamen ilahilikten uzak, aklını kullanan bir insanın mantıklı bulamayacağı ilkelerden oluşur. Ama bunlar aynı zamanda aklını kullanmayan ve sorgulamayan kesim için maalesef dinsel doktrin olurlar ve inanç haline gelirler. Bir süre sonra da bu doktrinleri sorgulayanlara da savaş açma yoluna giderler. Bir nevi zincirleme reaksiyonu başlatmış olurlar. Dinler insanlık için bir nevi yumuşak karındır. Peki, insanoğlu neden bu yola başvurur? Çünkü kitleleri kontrol etmenin en kolay yolu ne yazık ki dinlerdir. Din olgusunu kullanmadan ya da sömürmeden siyaset yapan insan bulmanız zordur.
Dinler ne için inmiştir dünyaya; bozulan düzeni yoluna sokmak ve insanlara; “Bakın siz aslında ilahi varlıklarsınız; eğer bu dinlerin öğretilerini yerine getirirseniz, sizin için daha iyi olur. Özünüzü bulursunuz. Hatta bu yaşadığınız dünyayı daha pozitif ve dengeli kılar. “demek içindir. Burada “Yerine getirirseniz sizin için daha iyi olur.” kısmının altını özellikle çizmek istiyorum çünkü Allah, Tanrı, Rab, Mevla nasıl hitap ederseniz edin -çünkü şekil değil, kalp önemli- asla sizlere yaptırım yapmaz. Bizi sevgiden var eden ve bizlere bu kadar özellik veren bir yaratıcıdan bunu bekleyemezsiniz.
Peki, günümüze dönersek yaşanılan dinlerde sevgiden eser görüyor musunuz? Ben göremiyorum. Şunu yapmazsan cehennemlik bunu yaparsan cennetlik mantığı ile insanları kandırmanın neresi din, ya da şöyle söyleyeyim; bu kıstasları kim belirliyor? Bunu kim bilebilir? “Paranın ve imanın kimde olduğu bilinmez.” diye bir söz vardır. Bu söz boşa mı söylenmiştir? İnsanlık bu şekilde yaşadıkça dinlerin geçerliliği ne yazık ki kalmamıştır. Sorgulamayan bir beyin de ölüme ve güdülmeye mahkûmdur.
Peki ya Tanrı, Allah, Rab algısı? Bu algının da komple değişmesi gerekli. Bizim, insanlar tarafından yaratılan korku ile itaat edilmesi gereken Allah yerine bize her koşulda seven Allah’a inanmamız gerekiyor. Bizim her koşulda iyiliğimizi isteyen affedici bir Allah’tan bahsetmemiz gerekiyor çocuklarımıza. Onları bu şekilde yetiştirmemiz gerekiyor ki; geleceğimiz daha sevgi dolu ve inançlı olsun. Artık hepimizin daha bütünsel ve daha sevgi dolu, batıl inanışlardan arınmış dinlere ihtiyacımız var. Artık ayrıma, ikiliğe, bozguna gerek yok. Aşırılığa hele hiç ihtiyaç yok. Biz bozdukça Yaratıcı bize sürekli din, peygamber gönderemez. Artık biz kendimizin peygamberiyiz. Sadece uyanmalıyız.
Yazımı ünlü tasavvuf düşünürü, Hafız-ı Şirazinin şu sözleri ile bitirmek istiyorum:
Ben Tanrı’dan o kadar çok şey öğrendim ki
Artık kendimi ne Hristiyan, ne Hindu, ne Müslüman, ne Budist, ne Musevi addediyorum…
Hakikat bana o kadar çok açıldı ki
Artık kendimi ne erkek, ne kadın, ne melek,
Ne de hatta saf bir ruh sayıyorum.