Adrasan Büyüsü

Bir his doldu içime ve hatırladım. 2018 yazıydı. Adrasan’da bir kamp düzenlemiştik. Çok sevdiğim iki arkadaşım, birinin erkek arkadaşı, bir de bir süredir sürekli şehir dışında olduğum için kedilerime göz kulak olan bir arkadaşım vardı, onu davet etmiştim, canı sıkkınmış bir süredir, öyle demişti, hep birlikteydik.

Yüksel Teyzeyle o zaman tanıştım. Yüksel Teyze, Türk Hava Yollarının ilk hosteslerinden, hayat dolu, görmüş geçirmiş, içindeki yaşam sevincini kaybetmemiş bir kadındı. Bizi evinde ağırladı, bizim için mükellef bir sofra hazırlamıştı.

Adrasan Büyüsü

Yüksel Teyze’nin köpekleri vardı. Birinin ayağı yoktu. Adı Şans’tı. İki yıl sonra buraya geldiğimde, baştan birbirimize karşı mesafemizi korumaya çalışacak olsak da sonra onunla çok iyi arkadaş olacaktık. Bir arkadaşımız biraz ürkmüşse de, biz sevdik onları ve galiba onlar da bizi sevdi.

Evin muhteşem bir manzarası vardı. Geceydi, ama yine de büyüleyiciydi. Sonra keman çaldım ben, şarkılar söyledik. Yüksel Teyze, o güzel sesiyle usul usul eşlik ediyordu. Gençken soprano olduğunu, nasıl pırıl pırıl bir sesi olduğunu anlatacaktı sonraları, sesinin tonundan anlaşılıyordu. O artık sesini beğenmediğini söyleyecekti, benimse eşlik etmesi, hep çok hoşuma gidecekti.

Ertesi gün, hep birlikte tekne turuna çıktık. Başta biraz çekindi sanki Yüksel Teyze bizden, sonra baktı biz olduğumuz gibiyiz, kendini daha rahat hissetti. Dans ettik, çalan şarkılara eşlik ettik. Rakısını içerken, bize hayata dair, ne kadar değerli şeyler anlatıyordu, o an anlattıklarının değerinin ne kadar farkında olduğumuz bilinmez, yaşayın, yaşam ertelemeye gelmez, içinizden nasıl geliyorsa öyle yaşayın, ben şimdi sizin yaşınızda olacaktım, kimse oturtamazdı beni diyordu. Oturmuyordu da, yaşına rağmen, bizim de onu gördükçe, oturasımız gelmiyordu, içimizi çocuksu bir neşe kaplıyordu.

Tekne turu sonrası, bira ısmarlamak istedi bize Yüksel Teyze, deniz kıyısında bir yerde oturduk. Sohbet aynı coşkuyla devam ediyordu. Yüksel Teyze arada kalkıyor, tanıdığı, bildiği birilerine laf atıyor, sonra neşeyle bardaklarımızı tokuşturuyorduk. O ara ben, bir konuşmaya kulak misafiri olup evinizi kiraya mı veriyorsunuz, ne kadara veriyorsunuz diye sordum. Hemen merak ederdim bir yere ya da bir yerde yaşayan birine içim ısınırsa, burada kiralar ne kadar? Konuşlanıvereyim oraya isterdim; göçebe ruhum, kendine bir yuva arayan ruhum… Yüksel Teyze bir şeyler söyledi, düşünürseniz konuşuruz dedi. Konuşacaktık.

Adrasan Büyüsü

Yıl 2020 Ocak Ayı ve içime o his doldu. Bizi Yüksel Teyze ile tanıştıran arkadaşımı aradım. Yüksel Teyze’nin evlerinden biri boş mudur? dedim. Düşündüğüm, daha küçük olandı. Onun kirasını ancak karşılayabilirim diye düşünüyordum. Her ikisi de doluymuş. Yine sorarız, belki boşalır, boşalacak sanki dedim. Arkadaşım belli olmaz, olabilir dedi.

Biraz zaman geçti. Yine sorsana dedim arkadaşıma ve ikisi de boşalmış. Üst kattaki ev şu kadar, alt kattaki şu kadarmış dedi. Dur dedi, yukarısı için bir daha konuşayım ve döndü, yukarısı tamam dedi, Yüksel Teyze bize uygun bir şey yaptı. Nasıl mutlu oldum. Sebebini bilmediğim bir şekilde… Şubat sonu, Mart başıydı.

Pandemi oldu, Yüksel Teyze, bakın neyin ne olacağı belli değil, vazgeçmek isterseniz, benim için sorun değil dedi. Yok, dedim, ben kararlıyım. İki aylık kiramızı hemen gönderebilirim. Gönderdim. Karnımda kelebekler uçuşuyordu.

Derken şehir dışına çıkışlar yasaklandı. Hazirana kadar İstanbul’dan çıkamadık. Sonra arkadaşım birlikte gidelim dedi, işleri çıktı, ancak Haziran sonu, 2018 yılında yine birlikte Adrasan’a geldiğimiz iki arkadaşım, kedilerimin şimdilik birini alıp yola çıktık. İçimde tarif edemediğim bir heyecan vardı. Uzun zamandır gidemediğim, çok özlediğim bir yere gidiyordum sanki…

Ve geldik. Benim ilk kez bu kadar güzel bir evim oldu. Bu kadar geniş, güneş alan… Herkes bir odaya yerleşti, ben çatı katını seçtim, duvarları ahşaptandı, kitaplarımı yerleştirdim hemen kitaplığa, annemin verdiği örtüyü örttüm yatağımın üstüne, üç tarafında da pencereler vardı. Her camı başka bir güzelliğe bakıyordu. Rüyada gibiydim. Sabah güneş ışığı uyandırıyordu. Gün doğumunda yataktan fırlayıp hayran hayran, nazlı nazlı doğan güneşi izliyordum. Erken saatlerde yürüyüşe çıkıyorduk. Denize giriyorduk. Sabah erken deniz nasıl da güzel oluyordu. Güneşleniyorduk. Sonra eve gelip yazıyordum, çiziyordum. Ders çalışıyordum. İnternet üzerinden devam eden programlarımı sürdürüyordum.

Adrasan Büyüsü

Arkadaşlarım gittikten sonra, zaman zaman başka dostlarım gelip gitti. İlk defa dostlarımı ağırlayabileceğim odalarım olmuştu. Sabah uyandığında, sevdiğin birileriyle karşılaşmak evinin içinde, kahveni içerken, sohbet edebilmek, ne büyük zenginlikti. İnsan bunun ne kadar özlemi içinde olduğunu, uzun zaman sonra bunu tekrar yaşayabildiğinde anlıyor. Aile olmanın değerini, hane halkından biri olmanın ne olduğunu… İnsan birbirinden güç alıyor, birbirine güç veriyor.

Hep bir aile kurmaya çalıştığımı, şimdi daha iyi anlıyorum. Bizim gibi insanların aile kuramayacağı inancına kafa tutmaya çalışmışım. Bunun yarattığı sabırsızlıkla herhalde, aile olmanın ne demek olduğunu çok da anlayamamış, hayatıma giren insanları da, kendimi de çok zorlamışım. Ama neyi fark ettim biliyor musunuz? İnsanın sevdiği kişinin veya kişilerin enerjisiyle dolan bir evse uyandığınız, siz oradaysanız, onlar oradaysa ve siz bu esnada kendinizle de kalabiliyorsanız dilediğiniz zaman, aynı yataktan kalkmış olmanız gerekmiyor, aile oluyorsunuz. Dostlarımın ailem olduğunu zamanla daha iyi anladım, ailemle dost olabileceğimi…

Adrasan Büyüsü

Kimi geceler saatlerce oturduk masa başında, uzun uzun sohbetler ettik, gelenlerimiz, gidenlerimiz oldu, Yüksel Teyze hiçbir zaman unutamayacağım o edasıyla, kalbimize, ruhumuza kazınarak doğruldu, eşlik etti şarkılara, dans etti, doldurdu içimizi, ona bakıp yaş aldık, o olduk, o bize bakıp gençleşti, içinde canlı duran o ruh hayat buldu. Hele gökyüzüne açıp ellerini, bir konuşması vardı ki eşlik ettiği şarkı arasında Allah’la, Allah’ım diyordu, ben sana böyle gelmek istiyorum, dans ederek, şarkılar söyleyerek, ne olur izin ver buna…

‘’Deyiptin baharda görüşelim

Bahar geldi geçti, sen gelmez oldun

Yaradan aşkına, ne olur dön

Kuşlar kondu göçtü, sen gelmez oldun’’

Bir ben kapılıp müziğin ve ortamın büyüsüne kaybedercesine kendimi dans ederken buluyordum kendimi, bir Yüksel Teyze dolduruyordu; hem sahneyi, hem ruhumuzu, hem kalplerimizi…

Yeşilçam şarkıları… Adrasan semaları… Dağlar etrafımıza dizilmiş, bizi sımsıkı kucaklayışı… Hani çok sevdiğin biri sımsıkı sarılır da için titrer ya… Sesimiz geceye karışıyordu, gece sanki içimizden akıp gidiyordu, ağır ne varsa orada, alıp gidiyordu.

Dostluklar insanın zenginliği, dost yürekler… Bir yılı paylaşmıştık Yüksel Teyzeyle… Sevmiştik birbirimizi… Saygımızı da koruduk birbirimize karşı, sevgimizi de… O beni incitmekten korktu, ben onu… Bahçeyi sularken, ruhumuzun susuz kalmış toprakları oldu sanki suladığımız… Roman havası oynarken, açıp kalplerimizi göklere, sonsuzluktu sanki uzandığımız… Bu anları, hiçbir zaman unutmayacaktık. Unutamazdık. Yazılmıştı.

Biz bir gün yaşamdan çekilir giderdik ama yaşam, o anıları derinlerinde bir yerlerde, saklı tutardı. Sonra, bizden sonra kimler doğar, kimler gelir geçerdi bu topraklardan… Yüksel Teyze, bir garip Hüseyin hatırlanmazdı. Onların buraya ektikleri sevgi, dostluk, buradan geçenin, içinde uyanırdı. Birileri ekmişti bu topraklara belki, bu tohumları ve o tohumlar, bizde çiçek açtı, kim bilir?

Ben eskiden babaannemi görürdüm rüyalarımda, son zamanlarda Yüksel Teyze’yi görür olduğumu fark ettim. Babaannem benim canım, ruhum. Çok sohbetimizde onu görür gibi oldum karşımda… Sanki Yüksel Teyze’yle sohbet ederken, onunla hasret giderdim, gülerken, onun hayat dolu hallerini görürken… Onun yalnızlığını gördüm belki onda, onun iyi kalpliliğini…

Babaanneciğim, anneciğini anlatırdı, bir gün bir kadın kapıya gelmiş, ayağımda donum yok bak demiş, eski zaman donları, içlik dedikleri herhalde, çıkarmış vermiş, Talia Anne, babacığı anneciğine, bizim hanım ayağındaki donu verir diye takılırmış. Bizim dizginleyemediğimiz merhametimiz, aileden geliyor, onun hücrelerini taşıyorum işte, ben de birinin bir şeyi yoksa, hemen vermek isterim ona bendekini, onun yoksa, benim varsa, suçlu hissederim kendimi… Annem dışarıda yemeyin, belki alamayacak durumdadır, canı çeker derdi. Böyle yetiştik. Yüksel Teyze’yle benziyordu bu gibi huylarımız, vicdanımız, sonra üzülüp kırılmalarımız, içimize kapanmalarımız…

Adrasan Büyüsü

Babaanneciğim, ‘’Kırmadım, kırılmadım.’’ derdi. Ne kadar kırılmış olduğunu alzheimer olduğunda anladım. O zaman kusarmış insanlar, hırçınlaşmaları belli edermiş nasıl bir hayat yaşadıklarını… Sitem bile ettiğini duyduğum sayılıdır. Bir kez kırılırsam biter benim için derdi, bitmesin diye kırılmamaya çalışır, kırılsa bile muhtemelen belli etmez, kendini de kırılmadığına inandırmak isterdi. Sesini, oğlum diye haykırışını nasıl özlüyorum.

Ona karşı içimde hep bir özlem olacak. Ne zamanlardı, nelerle savaştım, ne mücadeleler verdim, kimlere kendimi ispatlamaya çalıştım. Otuz yaşıma geldiğimde, bir sürü şey yapıyordum, bir şekilde hayatta kalmayı başarıyordum ama kim olduğumu bilmiyordum. Her şey olabilirmişim gibi geliyordu, her şeyden birazdım sanki… Bir şeye sığamıyordum, kendime bile sığamıyordum. Cinsiyetime sığamıyordum, yaptığım işe sığamıyordum, aldığım eğitime sığamıyordum, hep sınırların ötesi çekiyordu beni, hep oralara doğru büyük kulaçlar atmak istiyordum.

Şimdi İstanbul’a geri dönüyorum. Artık dönmeliyim. Vakit geldi. Burası bana ne mi öğretti? Ben bir çılgınlık yapıp buralara gelip ne mi kazandım? Bir kere hangi yaşa gelirse gelsin insanın, kaybetmeyeceği bir ruhu olduğunu ve onunla sonsuzlaşacağını anladım. Yüksel Teyze, otuz sene önce, benim yaşım kadar, buralarda kimsesi olmamasına rağmen gelmiş buralara… Buranın halkı, onu her şey olarak düşünmüş ama yorgun, ruhunu dinlendirmek için buralara gelen, doğayı seven, onunla beslenen biri olarak düşünmemiş. Bir şeyi görebilmek için, o şeyi içinizde bir yerlerde bulabilmeniz gerekir çünkü…

Tek başına bir kadın olarak gelmiş, köyün bütün delikanlı geçinen vurdumduymaz kör ayvazlarına insanlık öğretmiş. Sevenler de olmuş onu ama, ne kadar sevseler de, farklı dünyalardan olduklarından, pek de anlayamamışlar. O da muhtemelen, çok kez onları anlayamamış. Hepimiz yaşadığımız, görüp geçirdiğimiz kadarını bilmiyor muyuz? Doğrular var, bir de perdeli kazın ayağı… Su dosdoğru akmıyor. Yeryüzünün bir sürü engebesi var ve su, yolunu bulmak için, sürekli kendine, başka yerler buluyor.

Burası artık, benim içimde bir yerlerde… Ben, buralarda bir yerlerde… Uzun yıllar sonra buraya geldiğimde, neler hissedeceğim kim bilir? Yüksel Teyze burada olacak mı? Olacak tabii… Ne zaman mı? Sen gelmez oldun türküsünü açacağız ve Yüksel Teyze bizimle olacak. Sonra Yunan müziği açacağım ben, Yüksel Teyze heyecanla kalkacak olduğu yerden ve kaptırıp kendini müziğin ritmine, oynamaya başlayacak. Uzatacak ellerini gökyüzüne, konuşacak yıldızlarla… Zaman duracak, o olacak, biz olacağız ve sonsuzluk olacak.

Sonra bir gün benim gibi otuzlarında, kim olduğunu bilmeyen, sadece hayatta kalmaya çalışmış, çok sevilmek isteyen, daha çok sevilirim umuduyla, kul köle olmaya, her şeyden vazgeçmeye hazır biri buraya gelecek. Belki adı Hüseyin olmayacak, Ömer olacak, Ateş olacak, Koray olacak… Ben burada olmayacağım, buralar bende olacak da olsa! Ben onun kalbinde olacağım ama, ona ihtiyaç duyduğu umut olacağım, sessiz, fısıldayacağım; ‘’Ben buradayım, Yüksel Teyze burada, biz buradayız.’’ Ben yine kalkmış oynuyorum, kıvıra kıvıra… İnce topuklu ayakkabılar hatta, kahkahalar atıyorum. Yüksel Teyze ah ah diyor, dikkat et! Annemi o kadar dikkatli izlemişim ki zamanında, merak etme diyorum. Ne güzel kadındı benim annem! Ben de giyerdim diyor Yüksel Teyze, bayılırdım topuklu ayakkabılara…

Bu dağı görüyor musun? Bu kadar ağacı olur mu yine üzerinde bilmem ama, muhtemelen bu yoldan yürüyor olacaksın. Biz Mişa ile yürürdük bu yolda… Kitap dinlerdim, musıki ders kayıtlarını dinlerdim, kendimi Bekir Sıtkı Sezgin sanarak, bir de usul vurmaya çalışarak eşlik ederdim. Sen bunları bilmeyeceksin; bununla birlikte bunları yaparken ara ara kanat çırptı ya ruhum, işte bunu içinde hissedeceksin.

Ne büyük zenginlik… Ben o an senden gülümseyeceğim, seninle gülümseyeceğim. Gülümseyen sen ya da ben olmayacağız hatta, bizden, hayat gülümseyecek, yaşam gülümseyecek, sonsuzluk gülümseyecek. Yüksel Teyze, gitarıyla Onur, yoga yaparak huzur bulduğumuz Ayşe, annem, Hatice Teyze, Sinem, Derya, Hülya, Tuana, Hira gülümseyecek. Sen onları tanımazsın. Hiç önemi yok! Bu toprağız biz ve bu toprak sen olup gülümseyecek, sen bu toprak olacaksın ve biz, sende olacağız.

Dönerken, dopdolu içim! Biraz buruk, daha cesur, daha kim olduğumun ve kim olmadığımın farkında, umutlu… Tek dileğim, bir aileyiz ya biz burada, geçimli geçimsiz, dünyadan, ailemin her üyesinin kalbinin ışığını kalbime katmış, kalbimin ışığını kalplerinde bırakmış gideyim. Hepsi bu!

 

Yazar Hakkında

25 Şubat 1989’da fırtınalı bir gecede dünyaya gelmişim. Üç gece ha doğdum ha doğacağım diye hastane yollarını teptirmişim. En nihayet emin olup yeryüzüne inmişim. Fırtınayı hep sevdim, sağlamcılıktan da vazgeçmedim. Lise zamanlarına kadar epey inek bir öğrenciydim. Harçlıklarımla yeni test kitapları alır, test çözerken şarkılar söylerdim. Bir müddet babaannemlerle yaşamıştım. Babaannemin bu değişik çalışma biçimime olan şaşkınlığını hissederdim. Çalışmayı hep sevdim, kendi yönetmlerimle bunu yapmayı daha çok sevdim. Fen lisesini kazanmıştım. ‘’ Bu öğretmenler beni değil notlarımı seviyor! ‘’ diye fabrikatör kızıyla fakir ama gururlu delikanlıyı andırır bir duygu krizi yaşamıştım. Bu benim için dönüm noktasıydı. Artık daha az çalışıp daha çok yaşıyordum. Rehber öğretmenimle düzenli görüşmelerim oluyordu. Kendimi sosyal çalışmalara verdim. Fen lisesinde bunu( şiir dinletisi, tiyatro ) yapmaya kalkınca biraz ortalık karışmıştı. İTÜ Mimarlık fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması bölümünü kazandım. Konservatuvar istiyordum. Üç sene boyunca her aralık ayında okulu bırakıp konservatuvar sınavlarına hazırlandım, olmayınca geri döndüm ve en nihayet ‘’ Her şeye rağmen bırakıyorum! ‘’ deyip yarı zamanlı, özel bir konservatuvara kaydım olmuş buldum kendimi! Bu zaman zarfında part- time bir fast food firmasında kasiyer olarak( bir buçuk yıl ) ve ardından bir kafede falcı olarak( üç buçuk yıl ) çalıştım. Açıköğretimden sosyoloji bölümüne kaydımı yaptırdım. Son sınıftayım. Üç aylığına Antalya’ya gidip iki buçuk sene orada yaşadım ve birçok ruhsal eğitim( Reiki Master, EFT( Duygusal Özgürleşme Teknikleri ), Şamanik rüya, Yaşam koçluğu, Meditasyon… ) alarak kendi derinliklerime bir yolculuğa çıktım. Deneyimlediğim Tarotu yeni bir bakışla yorumladım ve ona, bünyesinde barındırdığı numeroloji ile astrolojinin inceliklerini kattım. Şimdi yazıyorum, aslında okuyorum ve bunu seviyorum. Sizi seviyorum, Hüseyin Akdağ

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir