Esaretlerimizi cesarete dönüştürmek

“Düşüncelerin sessizleşince anıların da sessizleşir.
Çünkü anılar özünde düşüncelerdir” demiş Haemin Suni.
Ne güzel demiş değil mi?
Düşünceler, insana her şeyi yaptırıyor.
Bir insan sürekli anda, unutkanlık yaşıyorsa, o insan zihninde düşünceleriyle geçmişte yaşıyor demektir.
O anılar ile geçmişin tozlu sayfalarında oyalanır durur insan.
Anda olmadığı için, zihin hep geçmiş ile meşgul ya da gelecekle endişe, korku içinde.
Haliyle anı yaşayamayan insan oğlu ve kızı, anda olanı çok alamıyor hafızaya ve unutuyor.
Hafızayı tazelemek için de durup bir nefes almak gerekiyor.
Düşünceler dakikada binlerce kez gelir giderler.
Onları fark ettiğinde insan durmalı ve bu kime ait?
Annemin, babamın, sevgilimin, arkadaşımın, kocamın, ya da el elalemden aldığımız inançlar, sözlerle onlara mı ait?

Esaretlerimizi cesarete dönüştürmek

Ya işte burada düşünceler ayıklanmalı.
Bize ait olmayan dünya kadar geçmişin korkuları, üzüntüleri ya da mutlulukları var.
Düşünceler sıfırlanır mı? Derseniz.
Evet insan emek verirse kendine ve hafızasını geçmişten özgürleştirebilirse, azalıyor düşünceler.
Nasıl mı?
Durup bir nefes alarak.
Düşünceleri yazarak, fark ederek, o düşünceye anlam yüklemeyerek, sessizce akıp gitmesini sağlayarak.
Kendini dinleyerek, yüzleşerek. Ve birçok şeyler var onlara girmiyorum.
Sabır gerektiren bir durum yani.
Yerinde duramayan düşünceler, zihni tetiklerse tabii ki insan yerinde duramayan bir hale dönüşür.
Telaş alır, sarar beynin en ücra köşelerini.
Korkular, ayrık otları olarak yeşermeye başlar bilincin altında.
Ve sabırsızlık, telaş, öfke patlamaları, kızgınlık çıkmaya başlar yukarıya.
Zihin acı çeken bir çocuk gibidir.
İlkel benlik diyelim bu acı çeken küçük çocuğun duygularına.
Bütün bu olan bitenler kaydolur hücrelere(bedenin bilinçaltına)
Zihin acı çeker, beden de acı çekmeyi öğrenir böylece.
Zamanla, hepsi zihninden bedene harmanlanınca, gün gelir, zihin kendini beden zanneder(adı üstünde zanlardadır artık)
Beden de kendini ona ayak uydurur ve beden de zihin zanneder kendini.
İkisi bir ve bütündür.
Oysa insan duygu yumağıdır ve duygulardan oluşur.
Bir de et kemik değil, sadece zihin, beden duygu değil.
Hepsine enerji veren bir ruhtur.
Ruh, bu savaşın içinde hep geri planda kalır.
Duygular, düşünceler, beden hepsi acı içinde kıvranıyordur.
Ruh, acı çekmeyi öğrenir. O muhteşem potansiyelini unutur.
Gücünü, sonsuzluğunu, bitmek bilmeyen ışığını, enerjisini kullanamaz hale gelir. Kendini karanlığa bırakır. Gittikçe ruh küçülür, büzülür, ezilir ve duygu ile bütünleşemez ve hangi yaşta ne yaşandıysa, orada duygular donup kalır, ruh da artık geçmişte kalmıştır.
Durup geçmişten ruhu, bugüne getirmek gerekir.
Böylece insanda bölünme dediğimiz olgu oluşur.
Duygular bedenle bağlantıdır, ruh ile ilişkili.
Bölünme olunca ruh ve beden ayrışır.
Zihin, beden, ruh, duygular hepsi artık karanlığın korku ejderhasına kapılmıştır.
Zihin, bilincin ötesine aşamadığı için ateş püskürür, kızgın lavlar saçmak ister.
Öfke, kızgınlık duygular fokur fokur kaynar durur altta.
Ondandır kişinin, cehennem azabını dünyada yaşamaya başlaması.
Kabir azabı da bununla bağdaştırılabilir diyordu okuduğum bir kitapta.
İnsan bedenine, toprak dersek, o bedende ruh sıkışmış ve şeytani ateşler içinde fokurdayan, düşünce yangılarında, ejderha misali alevler saçan zihin, bir canavara dönüşmüştür diyebiliriz bu benzetmeye.
Karanlığın içinde nereye gideceğini bilemez bu sıkışık kalmış insan evladı.
Düşünsenize böyle çıldırmış bir zihnin enerjisi, beden öldüğünde, toprağa gömüldüğünde acısı biter mi?
Evet beden, beyin ve organlar artık acı çekmez.
Peki ya ruh?
O bir bilinç, enerji, nur deniliyor.
O ölmez, sonsuzdur deniliyor.
Peki ruh da karanlıktaydı beden ölmeden önce.
Işığını unutmuştu ve o da bedene hala kendini ait zannetmez mi?
Ezberlerinizi bir bozun bakalım.

Hiç nuru anımsamadan diğer boyuta(ruhlar alemine göç eden bu bilinç, enerji kaybolur mu?)
Bence, kesinlikle kaybolmaz.
Hiçbir enerji, bilinç bu Evren de yok olmuyor.
Ruhun şifreleri, bedenin içine girdiği vakit DNA da kayıtlı ve girdiği bedende çözülüyor bir bir.
Yani hangi bedene girdiyse oradaki yazılımının, anımsanması gerekiyor.
Nerede kaldık, kabir azabı ruhun can çekişmesi olabilir mi?
Yazıyı yazarken kendi kendime sorarak ilerliyorum.
Tamamen andayım ve hissettiklerimi ya da ruhumun hislerini yaz diyor kalbim ve kalemde yazdırıyor.
Sordum soruyu ruhuma… Evet kabir azabı, ruhun can çekişmesi ve diğer boyuta geçemeyip, dünya hayatına tutuklu kalması olabilir mi?
Evet diyor içimden bir ses.
O ruhu acıdan özgürleştirmek gerekiyor, ışığı anımsamasını, Yaradan’ın Nur’una, Sevgisine yollamak gerekiyor.
Burada acaba dünyadaki yakınlarımızın yaptığı dualar, güzel düşünceler(huzurlu bir kalp ile tabii ki bunlar yapılınca.)
Diğer boyutta can çekişen ruha yarar mı?
Yıllardır bu soruyu sorardım kendime.
Sizce yarar mı?
Ruh göçmüş dünyadan ve karanlıkta kalmış.
Bu duaların gücü ile nuru anımsayabilir mi?
Dua denilince kastettiğim, kalpten konuşmak, içtenlikle onu güzel yad etmek.
Ve Kutsal Kur-An Kitabımızı da idrak ederek okuyabilmek.
Her ayetin ardında bize verdiği işaretleri, açık bir kalp ile tefekkür ederek okuyabilmek, bambaşka bir bir İlim , irfan istiyor.
Nasip olsun diyelim.
Bu konuda İslam Felsefesini anlatan Tasavvuf(kendi içine yapılan yolculuk) ilminden de yardım alınabilinir.
Ruhun özgürleşmesi için, tabii ki geride kalan yakınlarının, yas sürecinin de bitmesi beklenmeli, sonrasında
Kutsal Kitaptan anlamını bilerek okuduğumuz ayetlerden de faydalanmak iyi gelecektir, o arada kalan ruha…
Bunu kendi deneyimlerimden, hissettiklerimi ve okuduklarımı da kalp süzgecinden geçirdikten sonra yazıyorum sizlere.
Bunlar bence diyerek yazdığım şeyler.
Yoksa. haşa bu konularda uzman birisi değilim.
Tamamen ruhun bilgeliğine inanıyorum, hislerime.
Onları elimden geldiğince aktarmaya çalışıyorum.
Bunlar benim hissim, en yakınlarımı kaybettikten sonra yaşadığım ve hissettiğim, deneyimlediğim, zaman dilimlerinden sonraki duygularımın yazıya dökülmesi, yani şu anda içimden gelenler.
Siz de kendi içinizde bunları sorup, kendi hislerinizin dökülmesine izin verirseniz, sizin doğrularınızda kalpten cevaplanacaktır.
Şimdi bunun için yine bu dünyadaki zihnin ve anılarının, düşüncelerinin temize çekilmesine geri dönelim.
Kabir azabını toprağının üstündeyken yaşayalım.
Yani yüzleşelim olmaz mı?
Olur bence, yüzleşe yüzleşe geçmişin tozlu raflarını, ayrık otlarını temizleyerek kendimizde değişime başlayabiliriz.
Kendim bizzat o korku, şüphe ejderhasından kurtuluşa eren biri olarak bunu yazıyorum.
Geçmişin acı ateşleriyle, bu korkuların cehenneminde yanan biriydim.
Kabir azabından çıkmak için her yolu denedim. Bunun için diyorum insan zihninin ve onun ürettiği anılar, ya da anıların ürettiği düşünce, duygu zanlarından, bedenini özgürleştirmeli.
O vakit ruhunu pırıl pırıl varlığında bulur, kavuşur ona.
Ruhu alıp geçmişten, ana getirmek, insanın meşakkatli bir değişim yolculuğudur.

Ve küllerinden yeniden doğmak olan bu yolda yürümek çok güzel.
Uyanıp, yola çıktığında gerçekten yol, mucizevi bir şekilde açılıyor.
Yeter ki o yola çıkmaya cesaret etsin insan.
Esaretlerinden kurtulup, cesarete erdiğinde,
O Ruh, öyle güzel genişliyor ki, anlatamam, sadece yaşanır, hissedilir derim size.
Hani yazımın başlangıcında dedim ya ruh acılardan büzüşüyor diye.
İşte hepsi geçiyor.
Tüm acılar şifalanıyor. Geçmişin acı veren duygularından özgürleşen ruh, bedenine yepyeni bir Ben olarak, benliğini olgunlaştırıp (nefsini olgunlaştırmak derler tasavvuf ilminde)
Yani nefs, ruh olur.

Yepyeni “Ben “ olarak bedenine iyice ruh yerleşmek, girmek bütünleşmek, onunla hemhal olmak ister.
Tabii ki bu arada bedensel frekansı da yükseltmek gerek.
Ruh büyümüş, genişlemiş ve ayrı düştüğü fiziksel bedenini, nurlanmış olarak yeniden ele geçirecek.
O halde frekansı yüksek yiyecekler yemek, kimyasal, hazır gıdalardan uzak durabilmek gerek.
İnsan ne yiyorsa O’dur.
Bedenimizi de şeker komasına, karbonhidrat deposuna ve olduğundan daha fazla, gıda ile beslememin de bir manası yok.
Kendim bunun sınavını da geçerek verdiğim için deneyimlediğimi yazıyorum.
Bedenimin ağır metalden, çevreden aldığım kimyasallarla, bir de yiyeceklerle, nasıl haşatını çıkardığımı fark ettiğimde, hemen arındırıcı diyete girdim.
İki ayda çok şükür hepsinden arındırdım vücudumu.
Ondan sonra hem fiziksel şikayetlerim azaldı hem zihnimin şartlı, bağımlı olan yiyecek konusundaki, alışkanlıklarından da özgürleştim.
Hiçbir gıdaya, içeceğe artık bağımlı değilim şükür.
Çok canım istediğinde, bedenimden ve zihnimden gelen yemek hissini ayırt edebiliyorum.
Gerçekten karnım aç olunca yiyorum.
Bazen de zihnimi (nefs) derler nefsimi beslemek için, sağlıklı olmayan şeyleri de tüketiyorum.
Bilinçlendikten sonra bu beslenme tarzı iyi geldi bana.
Kendime, bedenime göre ayarlıyorum.
Ruhsal açlıklarım bittikten sonra bu nasip oldu.
Zihinsel, duygusal açlıklarım beni yedirtendi.
Beslenme konusunda da zamanında destekler aldım tabii ki.
İşte böyle, bu kendi içine yapılan yolculuk,
Öz’ünü anımsamak, çok değerli Ol’ana kavuşmaktır.
Esaretlerimizi, cesarete dönüştürmek, meşakkatli de olsa güzel bir yolculuktur.
Yola çıkın, yolunuz açılır efendim.
Şimdilik Sevgiyle
Aşkla kalınız
Bir başka yazıda yine görüşmek üzere.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Subscribe
Bildir
guest

8 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Zeynep Sazlı
Zeynep Sazlı
15 Haziran 2022 01:13

Bazı hususlarda aynı hissetmesek de güzel yüreklim; amacını, yolunu çok sevdim. Nereden başlayacağını bilemeyenlerdenim. Var ol huzur kokan kadın

Hülya
Hülya
14 Haziran 2022 17:38

Umuyorum ki yolculuğa aşkla çıkan herkesin yoşu açılacaktır. Yüreğine sağlık. Çok anlamlı bir yazı olmuş

Funda
Funda
14 Haziran 2022 13:20

Gülay hanim dolu ve duygulu yazılarinizdan birini daha okudum. Yazdiklariniz okadar hayatın icindenki kendimize itiraf edemediğimiz gerçeklerle…. Kaleminize yureginize içinizden gelen duygulara sağlık.

Murat Tali
Yönetici
14 Haziran 2022 10:52

insan olmanınher hali, duygunun kendini kaybeden ve bulan halleri, iyisi mümkün mü sorusunu yanıtı ve daha bir çok deneyimin ve sonucun insan ruhuna dokunan halleri… Ne güzel bir yazı yazmışsnıız Gülay Hocam. Yüreğinize sağlık

8
0
Would love your thoughts, please comment.x