İlk defa bu soruyu kendime ne zaman sordum hatırlamıyorum. Fakat doğduğum andaki ben ile bugünkü ben arasında geçen tüm ben sandığım kimliklerimi anlatıp durmuşum, bu soruya cevap arayışlarımda. Kendime samimi mi olmuşum? Yoksa özümü mü maskelemişim kendime? Bilemedim!
Murat’a Murat’ın içinden bakınca ilginç bir deneyim yaşadım. Aslında; yediği, içtiği, sevdiği ve sevmediği şeyler değil Murat. Ayrıca, bildiği ve bilmediği şeylerde değil. Boyu, kilosu, rengi, doğum yeri, inancı, kimlik numarası da değil, Murat. Birinin arkadaşı, diğerinin kardeşi, annesi, babası, oğlu da değil. Ona bakan ve yorumlayan kimliklerin bakış açısıyla görünen ve o olduğu sanılan kişi de değil, Murat.
İlginç değil mi? Birine hangi bakış açısıyla bakarsan, o renge ve kimliğe bürünüyor. Ama o baktığın kişi o değil, gördüğünü sandığında. Her şey, kocaman bir sanrıdan ibaret. Ben sandığım milyonlarca ben taşıyorum içimde. Hepsi ben, ama ben değil. Birinin oğlu olan Murat, aynı anda bir başka anne ve babanın oğlu olamıyor. Ama Murat, oğul kimliğini taşıyor. Birinin babası olan Murat’ta aynı anda başkalarının babası olamaz. Yani Ben’in olduğu her hal, ben görünen hallerin içindeki benin bir yansıması sadece.
Ben’lerin bile koşullar değiştikçe farklılaşan halleri var. Örneğin, yemeklerden nohutu seven ben ile aynı nohut yemeği istediği gibi olmayınca onu sevmeyen ben ile aynı. Ya da çayı seven ben ile çayın markası değişince lezzetini beğenmeyen ben de bu döngünün içindeki iki bakış açısını oluşturuyoruz. Tüm Ben’ler, koşullara ve açılara göre farklılık gösteriyor ve anda şekilleniyor. Bunu görünce, Murat tüm tanımlı kimliklerin dışına çıkıyor. Murat, farklı özellikleri sahiplenmiş, birçok deneyimi olan, olaylar ve durumlar karşısında verdiği kararlar ile kendisine kimlikler edinmiş bir varlık olarak göründü birden.
Murat ya da Murat’ların seçim şansı çoğaldıkça çoğalan ben (veçhe) halleri var. Üstelik bunu sadece Murat değil Murat’ın yaşam florası içinde yaşayan herkeste böyle tanımlıyor. Kime sorsan, şeklini anlatması otuz saniye sürer, sonrası ise ilişki içindeki deneyimler ve bu deneyimlerden elde edilmiş açıların tanımı ile uzar gider Murat’ı anlatmak. Kendimizin kimlikleri haline gelen bu tanımlar ve özellikleri kimi zaman, içten kabullenip ben yaparız. Kimi zamanda onu yok sayıp, benlikten çıkartırız. Ama farkında olmadan çıkarttığımız şeyi de ben haline getiririz. “Ben sohbet etmeyi severim“deki ben ile, “Ben el şakası sevmem“deki benin arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de Ben’den yansıyan ama ben olmayan Ben’lerdir…
Murat’ın sevdiği şeyler koşullara göre değişiyor. Haliyle bu diyemeyeceğim kadar çok seçenek sunabiliyorum Murat’a. Yani bir sürü yıldızı olan bir otelde sunulan açık büfe yemek seçenekleri içinde yemek seçmem ya da tatil için onlarca seçenek üretebilmem gibi. Kıyafetlerini de bu minvalde değerlendirebiliriz. Birçok insan Murat’ı aşırı özgür biliyor çünkü o takım elbise giymiyor. Kendisini rahat hissedebileceği kıyafetler daha çekici geliyor Murat’a. Hatta yırtık kıyafetleri bile tercih edebiliyor. Bunun sebebini sorduğumda Murat’a çok fazla cevap geliyor. İnsanların, algısı ile oynamayı seviyor sanırım ya da alışıldık kalıpları kırmayı. Güzel giyinen (ki bu kavram da görecelidir) benlere olan saygıyı da yok sayıyor. Biraz Nasrettin Hoca misali, “ye kürküm ye” algısından kurtarmak çabasında kendi coğrafyasında olanları. Peki bunlar Murat mıdır? Bence halen değildir. Varlık açıları deneyimler ile sabitlendiği için kimliğimize, ben sandığımız her halimiz de aslında bir deneyimin bendeki tezahüründen başka bir şey değil.
Murat’ın sevme ve sevmeme hakkı var mesela. Her şeyi ve her hali kabul etme ve reddetme hakkı da var. Kimi kişisel gelişim uzmanları ya da spiritüel yalnızlar, var olan her şeyi sevmekten bahsediyor ya; Murat bu her şeyi sevme kavramının hem içinde hem dışında kalıyor. Özün kendisi sadece sevgide tezahür ettiği için ayrılık ve acı bilincine sahip olamadığı için, açılar ve deneyimler ile hem zihnine hem de bedenine kaydettiği bilgiler sayesinde sevmeme seçeneğini de kimliğine ekliyor Murat. Yani sigara içen ve nikotin kokan birinin bu açısını sevmek zorunda hissetmiyor kendisini ya da kalabalık bir yerde yoğun ter kokusu ile kalmayı seçen birisinin de bu açısını sevmek zorunda değil. Dikkat ederseniz kişinin tüm varlığını değil sadece bir açısını ya da halini sevmemeyi seçebiliyor Murat.
Murat, diğer yedi milyar insan gibi kendi içinde inanılmaz özgün bir karakter. Muhteşem bakış açıları var bana göre. Seviyorum onun baktığı pencereyi ve gördüğü manzarayı. Murat varlığı ve bakış açısı ile beni mutlu kılıyor. Onun düşlerinin perde arkasında olmayı da seviyorum. Dünyada tek başına kaldığı o çocukluk halleri içinde iken kendisini var etme çabasını da çok seviyorum. Hayatı kimi zaman eğlenceye kimi zaman da drama çevirdiği hallerini de seviyorum. Bazen aptal bir çocuk göründüğü bazen de bir bilge gibi olduğu hallerini de seviyorum. Ükela ükela konuştuğu hallerine denk geldiğimde gördüğüm şirin hallerini de seviyorum. Çoğu zaman kendisi gibi olmaya çalışan ama olduğu yere de bukalemun gibi uyum sağlayan hallerini de seviyorum. Hangi halde olursa olsun oradan çıkma becerisini de seviyorum. Zamanında kendisini ifade edemediği için yazmaya başladığı ama sonrasında bunu BEN’i anlatmak için bir sanata çevirdiği hallerini de seviyorum. Murat Tali, Murat için yani BEN’im için bir seçimdi bu dünyada. Olmasını istediğim değil, olduğu gibi ben olan biri O. Biraz benden, biraz ondan, biraz bu yazıyı okuyan senden biraz da ondan hiç haberi olmayan diğerlerinden bir parça taşıyor ve yaşıyor Murat Tali. Onun her halden hal taşıyan ve bilen ve bunu idrak etmeye çalışan hallerini de seviyorum. Ona içeriden bakmaya başladığım anda, dışarıda iken gördüğüm, yani aynadaki yansımama benzeyen hallerindeki kusurlarını da seviyorum. Kusur dediğime bakmayın, kusur Murat’a zuhur ettirdiğim açıların tanımı sadece ve onların Murat’ın kimliğinde yer etmesini de seviyorum.
Hayata karışmayı seçtiğim zaman, kendim için; yani BEN için karar aldığımda yolculuğumu eğlenceli ve anlamlı kılacak kişi olarak Murat’ı seçmemdeki tercihimi de seviyorum. Kafanız mı karıştı? Murat ve BEN kavramından, çok mu iki gördünüz bizi? Halbuki bizi iki değil yüzlerce farklı kişi olarak gören sizsiniz, tıpkı bizim sizi böyle görmemiz gibi. Oysa ne Murat var Ben’de ne de BEN varım Murat’ta. Her şey sadece Bir‘liğin Biz’liğinde ve Biz’liğin Bir’liğinde. Murat Tali Kim mi? O Ben’im… Seven ve sevmeyenim. Gören ve görmeyenim. Bilen ve bilmeyenim. Olan ve olmayanım. Biraz Siz, biraz O, biraz Onlar. Ama en çokta BEN‘im…
Bilinmek isteyen SIR’rım
Ne güzel anlatmışsınız ben’i bana Kalbimden geçirip kağıda dökmeyi ifade etmeyi beceremediğim duygularimi . Ruhunuzdan akanlarin seline kapıldım.
Teşekkürler Aynur Hanım