Kabirden aydınlanmaya

Altın çağın başlaması ile hepimizin gözünün içine sokulan bir kelime var. Aydınlanma… “Tanrı’nın neşe dolu cennetlerine aydınlananlar girecek. Yeni bilinç artık başladı.”

Peki bu gerçekten de, yeni mi? Birileri mi icat etti? Tabii ki yeni değil. Biz insanoğlu olarak, anılmaya başladığımızdan itibaren kendimizin gerçek kimliğini unutmaya başladık ve bu da ağır ve hantal bir enerji yaratarak, bizi özümüzden ve bütünden uzaklaştırdı. Elbetteki bizlere, yaratımın gereği elden ele, gönülden gönüle düşüşten önceki gerçek kimliğimiz aktarılıyor. Buna kısaca “hatırlayan ve hatırlatanlar” diyebiliriz. İşte kendi bütünlüğünü hatırlayan direkt olarak, doğuştan hakkı olan Yeni Bilince geçer. 50.000 yıllık hipnoz sona erer.

Aydınlanma korkusu 2 şekilde çalışır.

Buna layık olamadığımızı düşünürüz.

Aydınlanacağımız zaman, yok olmak ve değişim korkusunu hissederiz.

Her iki durumda da, sabote edilmiş bir durumla karşı karşıyayız. Peki kim, sabote ediyoruz bizi? Elbetteki kendimiz. Kendimizi değersiz hissetmemizle alakalı düştüğümüz bu durum asıl kimliğimizi manipüle etmemizle sonuçlanıyor. Gerçekte kimiz? Nasıl aşacağız bu “sözde aydınlanma” korkusunu?

Sen kendini bilmek mi istedin?

Unut o zaman ne öğrendiysen bu yaşamdan

Alemi etten, kemikten mi ibaret mi sandın?

Üç beş duygudan, bakıştan ve duyuştan

Kıyıda köşede kalmış hikayenden çıkacaksan

Bu sefer bunun için buradasın, bırakmaktan korkmadan

O zaman mezun olursun sonlu hayattan

Egonun tek bildiği karanlıktaki senlerdir can

Anla şimdi aydınlanmak senden değil

Aydınlanmayı bekleyen sahte kimlik kavramından

“Şimdi” ile dur burada zihinden özgürleş kolayca

İllüzyonlar “sen” bulamayınca sonlanacak, “Ben’i “anla

Bu da sana söylemek istediğimiz sırrımızca

Bir oldu şimdi senin senlerin “Ben’im” akışında

Bil kendini belli ediyor kaynak açıkça

Giy artık kıyafetini, üstatlığın onuru ile yaşa

Yuvada aşk’la.

Aydınlanmayı hak edecek miyim?

Aydınlanmayı hak etmek için ne yapman gerekir? Sevgili bu yazıyı okuyan üstat dostum. Çok bonkörce sana “üstat “diye sesleniyorum zannetme. Her şeyden önce bu yazıya çekildiysen zaten senin öyle olduğunu gösterir. Yazı boyunca ben sana böyle sesleneceğim. Senden de, buna basitçe “kabul vermeni” isteyeceğim.

Dünyaya aydınlanmış olarak geliyoruz. Zaten öyle olmasak, burada işimiz de olmazdı. Üstat varlıklar olduğumuzu unutalı 50.000 yıl oldu. O dönemden bu döneme kadar bunu hatırlamaya layık değilmişiz gibi davranmaya başladık. Bu ilk yaratıcının kendini bilme arzusunun göz açıp, kapanıncaya kadar düşlediği kısacık bir andı. Şimdi bu anı yine kendinden kendine açıyor. Bu bencil tanrının bencilce oyunu mu, yoksa zaten ondan başka olmadığı için kendine duyduğu bilmek arzusunun ve tutkusu Aşk’ın tezahürü mü? Kafanı karıştırmaya niyetim yok. Tek istediğim, “yapacağım, olacağım” dediğin şeyleri zaten yaptığını ve olduğunu bil. Kendini bilme arzunu hatırla. Bunun var olduğunu hisset. O zaman aydınlanma oyunu ile vakit kaybetmene gerek kalmaz. “Mış gibi” yapmak yerine üstatlığını yaşamaya izin ver. Hem de bunu hiç çekinmeden ve korkmadan dile getir. Başka türlü zihnin sana oldurmaya, buldurmaya ve inandırmaya devam edecek. Hangi inandırma dersen üstat? Tanrıyı aramaya elbette.

Altı basit sözcük

Altı basit sözcüğe kabul verdiğinde “Ben yaratanın bir parçası değilim, bütünüyüm.” Şimdi her şey yerli yerine oturdu. Elbette bugüne kadar sen bunun tersini söylüyordun. Ben kaynağın bir parçasıyım. Parçalar yüzyıllardır bu yüzden bir araya gelemiyor. Zihin eksik olan parçaları buldurmaya çalışadursun, ayrılık duygusu ile karanlıkta kalmış senlerin bunu iyicene manipüle ederek seni zorluyor. Sonuç: Yap-boz zihinler kendini sürekli doğuruyor ve işin ironik tarafı da, o bunu aramaktan haz alıyor. Dram ve kurban sendromu yaratarak, bütünden ayrı olmanın çaresizliğini suni meselelerle örtüyor. Efendi (Zihin) – köle (Düşük bilinçli insan) ilişkisi bütünden ayrı tutulmanın çok güncel bir durumudur. Dualitenin tanrısı marduk-zihin köleleştirilmiş düşük insan bilincine 50.000 yıldır saldırıyor. Açıkça söylemek gerekirse artık bunun olmasına izin vermeyen çağa girdiğimizi bilmemiz gerekiyor. İllüzyon nasıl güçlü olabilir ki; sen ona bu gücü vermedikçe? Bu gerçekliğe girememek, sonlu bilincin tekamül edememesidir. Ana nokta kendini bilmekten çıkmıştır. Zihne tabii olarak, öğretilere kayan hükmedici ve köleleştirici dayatmaya geçmiştir. Tekamül bu yüzden durmuştur. Şimdi bu noktayı tekrar hatırlamak ve “bütünün kendisiyim” demek zamanıdır.

Kalır mısın bir başına ölüm hipnozunda?

Ariflerden değil, sağırlardan olmak seçiminse

Karanlık kalacak parçaların eski dünyada

Bu kendini bilmek değil, aslına ihanet kanımca

Öyleyse dinle beni üç beş laf edeceğim

Sırrının içine gireceğim

Orada göreceğim senin özünü

Senden haber bekleyen seni bulacağım

Soracaksan hala nasıl olur bu iş?

Anlamaz mısın? İşte bu kadar basitçe

Hep söyledi güneşin kralı

“Görmek istersen Mevla’yı yürü insana bak”

“Ben kendimi tıpkı insan eyledim”

Kabul etmek bu gerçeği aciz olan

Taşır seni senden kendi yükselişine

Hakikat beliriverir hemen sende şimdi

Burada “bir” olmuş sesi ile “Ben’im”

Seslenir

“Ben Ben’im”

Duyan da, gören de, konuşan da, tadan da, dokunan da

Ben’im amma hepsinin gerisindeki

Bir’im.

Acizlik kavramı gerçek aydınlanma mıdır?

Tasavvuf Hocam bir gün bana “Allah sence aciz midir?” diye sormuştu. Ben bu soru ile çok afallamıştım. “Elbette ki aciz değildir. O nasıl aciz olabilir ki?” diyerek neredeyse yanından uzaklaşacaktım. Her zamanki zarif gülümsemesi ile bana “Dinle o zaman” demişti. Allah 2 şeyde acizdir.

Açtığı gözü kapatamaz.

Kendini kendi mülkünden atamaz. (Kendinden vazgeçemez.)

Çok muhteşem gelmişti bu açıklama. Açılan gözün kapatılamaması; acizlik gösteren bir davranışın ardındaki büyük farkındalığa işaret ediyordu. Hemen oracıkta büyük bir genişleme yaşadım. Namazdaki başın sadece 1 kere mesh edilmesi gibiydi. Bir kere idrak ettiğinde geriye dönmen mümkün değildi. Gözün açıldığında açılan gözün arkasındaki özündü. Kendinden kendine tecelli etmesi demekti bu.

Kendinden vazgeçemez

Kendinden başka varlık bilinci olmadığına göre her bir varlık da, kendi olduğuna göre mülk onun ilahi elbisesiydi. Nasıl kendini buradan atabilir, kendinden vazgeçebilir, ayrım yapabilir, yargılayabilirdi? Bu tek bir gerçekliğin altını çiziyordu. O her şey ise ben her şeyden kendine bakan ve mülkün gerçek sahibiydim. Yaşam yaşandığı zaman çok güzeldi. Bu kainatın sahibinin ben olduğunun bilinci ile genişleyerek yaşamak hakikatin içine sokmuştu beni. “Kendini kendi mülkünden atamaz.” Oh! En büyük korkum gitmişti. Meğer bir yerlerden atılmak duygusu nasıl da, içime işlemişti. Cennetten atılmakla bir alakası var mıydı acaba?

Kesince bağını korkudan, zanlarından

Rızk açılır Mikail katmanından

Tüm ilişki biter atanla zanni dünyandan

Şefkatinle bakarsın onlara, ahde vefandan

Şeffaf olur yüreğin şimdi anlayacaklarından

Kalp hiç yanılmaz sendeki “Fuat” sırrından

Daha yakın görünür “ilah” şah damarından

Bilenlerden olursun, hatırlayanlardan

Işığını açarsın şimdi karanlıktan

Bir kere açıldı mı hiç kapanmaz zatından

Vazgeçemez ilahi olan kendi varlığından

Kendini kendi mülkünden, sarayından

Atamaz yine kendine olan aşkından.

Özgürleşmek aydınlanmayı getirir  

Aydınlanma mecazının en derin anlamı; kuşkusuz O olduğumuz gerçeğine uyanmaktır. O olmak demek; onun gibi olmaktır. Onun gibi düşünmektir. Onun gibi davranmaktır. 1 ve 2 artık bütünleşince 3, O olarak devreye girmiştir. Bu ise tamamen biricik olanın deneyiminde olmasının niyetidir. Varlığımızın biricikliğine ancak niyetin gücü ile uyanırız. Benzeyeni olmayan yanımız devreye girer. Milyarlarca olmasına rağmen “bir” fakat “eşsiz” varlığın bütündeki aynasıyızdır şimdi. O yüzden parça değiliz. Kendini seyreden varlığın milyarlarca potansiyelinden birisi olarak da değil; “bir” olarak aydınlanma başlar. Artık bu bütünleşme tekrar ama benzersiz bir şekilde tekerrür etmektedir. “Kendinden kendine.” Gel buna yakından bakalım.

Şimdi gözlerini çok kısa süre kapat üstat. Bu yazıyı senin yazdığını düşle. Benim elimden senin yazdığını bil. Şimdi okuyan da, yazan da, düşleyen de sensin. Bu üçleme ancak senin buna niyet etmen ve izin vermenle mümkündür. Nasıl üstat, seni yeterince iyi duymuş muyum? “Bizden” “Bir’e” geçerken özüm senin özünle bütün olmaya bir kez daha açıldı. Seninle, senden, senin için yazdım. İfade bulduysa şimdi, o zaman aydınlanmanı kutla. Sen bunu asırlardan beri hak ettin. Aydınlanma varlığını onurlandırmaya başladığında kendiliğinden gelecektir. Bu oyunu bitir şimdi. Sorgulamayı bırak. Rahatla ve gevşe. Aydınlanmayı arayış haline getirme. Bırak aydınlanma sana gelsin. Sen kovaladıkça bu zihinsel bir çöküşten öteye geçemeyecek. Zaten aydınlandığını bilmek, bu kabusu ve korkuyu sonsuza kadar bitirecek. Aşağıdaki dizeleri iyi anla. Kabirde, sorgu meleklerinin “Rabbin kim?” sorusuna Muhyiddin İbn Arabi bak, ne cevap vermiş? **

Biz bizimle bizdeydik,

Biz bizimle bize geldik,

Biz bizimle bizde iken,

Bizi bizden mi sorarlar?!”

Söyle şimdi üstat. Sen kimi, kimden sorarsın ? Ya da seni kim, kimden sorabilir? Burada açıkça senden aldığımızı sana anlattık. Şimdi sorgu ve sual eden aklından özgürleşerek, yalın hale gelmeye niyet et ki; bu anda Münker ve Nekir’den (Dualiteye göre seni kabirde yaptıklarından cennete ya da cehenneme gideceğini sorgulayan melekler) muaf ol. Kabir nedir üstat? Zihnindir. Kabire girmeyenlerden olmaya niyet edersen Cennet’in daim olur. Cehennemini de (ayrılık bilincini) sal gitsin ki, seni senden sormasınlar. Sen, kabirden (zihninden) sözde “aydınlanmaya” gidenlerden değil, özünün “aydınlanmış” olduğu sırra uyanmış olanlardan olmayı seç. Çabalamaktan ve aramaktan vazgeç, zira bir şey kaybetmedin. Eyvallah! Üstat!

** On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Endülüs’te ve Şam taraflarında yaşamış büyük velilerden. İsmi, Ebu Bekir Muhammed bin Ali olup, künyesi Ebu Abdullah’tır. İbn-i Arabî ve Şeyh-i Ekber diye meşhur olmuştur. Ailesi meşhur Tayy kabilesine mensuptur. Cömertliğiyle meşhur Adiy bin Hâtem’in kardeşi Abdullah bin Hâtem’in neslindendir. 1165 (H.560) senesinde Endülüs’teki Mürsiyye kasabasında doğdu. 1240 (H.638) senesinde Şam’da vefat etti. Kabri Şam’da olup sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

8 Yorum

Şuna yanıt verin Esra Özkalkan Yanıttan Vazgeç

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir