Benim ‘üç tane’ aşkım olamaz. Bu, olsa olsa sözde başarılarının çetelesini tutan egonun açgözlülüğü olur. Ama benim üç tane ilişkim olabilir. Aslında benim bir tane aşkım dahi olamaz. Çünkü orada hala bir “ben” varsa aşka yer olamaz.
Aşk, hiç yokmuşsun gibi var olmaktır. Aşk; tümüyle durulmuş, bırakmış, gevşemiş ve yine de bir şeyde her şeyi görecek kadar yoğunlaşmış zihin halidir.
İnsan aşık bile olmaz, aşk olur. Ben, olgunlaştıkça ve inceldikçe aşka erir. Ben aşka eridikçe gördüğü sayısal (adetle ayrımı yapılabilecek), niceliksel biri ya da birileri olmaktan çıkar. Bütünüyle nitelik, derinlik ön plana çıkar. O nitelik, ben’in bilebileceği tüm hazları aşar. O yüzden ben eridikçe esasen sınırlar da erir. Elbette yasaklar da ve bir zamanlar yasak olana duyulan “ben’in arzuları” da…
İnsan gerçek hazzı, esasen kendisini erkek ya da kadın bir cinse ait olarak tanımladığında baskılamış sayılır. Çünkü hazzı, cinselliğin dar anlamına ve egosal kalıplarına sıkıştırmış olur.
Cinsellik özünde kadın ve erkek bedeninin (ya da iki bedenin) temasından ortaya çıkan zihinsel bir haz değildir. Gerçekte cinsellik, zihni aşmanın ve ‘bilinen’ hazların ötesine geçmenin bir yolu ve sonucudur.
Gerçek cinsellik, kendi içinde bütünlenmiş olmanın, kendi içindeki eril ve dişil yanlarının birleşmiş olmasının ifadesidir. Fiziksel boyutta temelde bir kadın ve erkek bedeni arasında temas ile ifade bulan nitelikli (ben’lerden sıyrılmış) cinsellik; her boyutun hamurunda zaten var olan aşkın hediyesini, fiziksel Dünyaya indirmek demektir. Bundan gerisi; sadece arayış, çabalama, gerilme ve gevşeme girişimleri arasına sıkışmış sayısız tatmin zannı ve bitmek bilmeyen hayal kırıklığı silsilesidir…
Kadın ve erkek, bir ayrım olarak değil birbirinin tamamlayıcısı ve bütünleyicisi olarak vardırlar. Ayrımlarla gören zihin hali, ben ve ötesi diye hayatı bölen ve kendisine (ayrımlarına, görme biçimine, inançlarına) tutsak bir zihin halinden başka bir şey değildir.
Ancak yine de olgunluk yolculuğu; çoğunlukla hayatı bölen ve her meseleyi bir mücadeleye çevirerek gören zihinde kaybolmuşlukla – cehaletle başlar. Kabına sığamamakla, dışarıya yönelen performans ve sonuç odaklı bir kontrol çabası ve arayışla – eril olanla ilerler ve olanı olduğu haliyle kabul ve teslimiyetle, dışarıdakini her haliyle kendi içine alan, yumuşaklıkla onu dönüştüren ve şefkatle olandan daha büyük ve güzel bir şeyi doğurmakla – dişil olanla eşik atlar. Nihayetinde cehaletten uzak, olanı olduğu gibi gören ve sevebilen bir kıvamda, uçlar arasındaki süregiden akışın ayırdında – dengede (ne eril ne dişil / hem eril hem dişil ile) yerini bulur.
Erkek, arayışta olan yandır; yapan, oldurtan, inşa eden, yöneten, amaç güden, eril yandır. Eril yan, temelde egonun niteliklerini ifade eder. Bununla birlikte istisnaları olmakla birlikte erkek bedenindeki zihinsel varlık, (elbette bir genelleme olarak) bu eril yanı yoğunlukla bünyesinde taşıyandır. Erkek, çoğu zaman sadece eril tarafta gezinirken; oldum zannına ve ben oldurtuyorum kibrine kapılır. Erkeğin bu yaklaşımının cinsellikteki karşılığı; çokça erekte gezmek, boşalmayı geciktirmek, çok sayıda kadınla birlikte olmak ve belki onları orgazma ulaştırmakta da “başarılı” olmaktır.
Eril tarafına sıkışmamış bir erkek için sevgi performanstan, derinleşmek yayılmaktan, paylaşmak tatmin etmekten önce gelir.
Sevgide derinleşerek hayatı yakın temas içerisinde paylaşmak, dişil niteliklerdir. Bu tür bir paylaşımın bir hedefi, amacı yoktur. İşin güzel tarafı bir erkek, bu niteliklerle bir kadına temas ettiğinde, kadının onun kendi içindeki keşfine rehberlik ettiğini, deyim yerindeyse elinden tutup onu kendinin daha da derinlerine götürdüğünü görecektir. O yüzden olmuşluğunu sınamak isteyen (derinindeki karanlığa ne kadar ışık taşıyabildiğini görmek isteyen) erkek, bir kadına kendini tümüyle teslim etmeli ve bir kadını sevebildiğince sevmelidir. Bunu yapabildiği ölçüde alacağı şey, daima kendini sınırlarının ötesine taşıyacak ve güzellikle yüceltecek olan, ilahi aşk olacaktır. Erkek, erkekliğinin ötesine, içindeki kadını kutsayarak geçebilir.
Kadın kendisinden hayatlar var eder ve var ettiğine cömertlik ve şefkatle kol kanat gerer. Her türlü zorluğa karşı – direnci, içsel gücü, dayanıklılığı, sabrı – kendiliğinde ve doğallıkla bilir. Kadın ilahiliğin tohumudur; bizatihi aşktır. Kadın, hayatın hediyesi, sırların kapısıdır. Kadın, sevildikçe goncalar açan gül gibidir. Sevmeyi bilmeyene dikenden fazlasını vermez.
Kadın, doğası gereği olgunluk eşiğinin öte tarafındadır. Eğer değil ise muhtemelen eril güç tarafından bir yerlerde fazlaca zorlanmış, kolu kanadı kırılmış ya da suistimal edilmiştir ve bu yüzden (eril tarafa geçip) kendisini suistimal eden Dünya ile savaşmaktadır. Bu durumdaki kadın, en iyi ihtimalle, içindeki eril ile barışmak çabasındadır. Kadın, kendisini içinde bulduğu eril Dünyayı da kutsayarak kadınlığının ötesine geçebilir.
Nihayetinde her ilişki, insan kendi içindeki eril ve dişil olanı yaşasın, görsün, sevsin ve belki aşsın diyedir. Her ilişki, cehaletin örselediği erkeği ve kadını iyileştirmek içindir. İnsan kendi içinde uyum, denge ve iyiliği buldukça cehaleti ile kendi etrafına ördüğü sınırlar da işlevini yitirir ve ortadan kalkar. Aşk, tanımsız olanın sınırsız ifadesidir.