İnsan doğduğu andan itibaren kendisini esir alan bir duygunun yansımaları ve travmaları ile ömrünü sürdürür ve tamamlar.
Korku insanın doğuşu ile (hatta kimi bilimsel kaynaklara göre anne karnında iken) aktif olmakta ve insanın doğasına yerleşmekte. Kanımca ilk ortaya çıkan korkular (henüz bebeklik aşamasında) kaybetme korkusu, aç kalma korkusu, terk edilme korkusu, sevilmeme korkusu, istenmeme korkusu ve kabul görmeme korkusu olmakta. Bu saydığım korkuları -0-6 aylık iken bile deneyimleyen insan, yaşı ilerledikçe sahip olduğu şeylere yüklediği anlamlar ile yeni korkular sahiplenerek büyüyor.
Korkuları inşa eden zihin için insanlığın yapabileceği pek bir şey yok çünkü her yaşanan olay sonrasında farklı bir korku türü icat edilebiliyor. EFT (Duygusal Özgürleşme Tekniği) çalışmaları sonrasında fark ettiğim korkuların listesi epeyce kalabalıktı, su korkusu, paraya dokununca hasta olacağı korkusu, oyuncak bebek korkusu, ayna korkusu, yemek masası sohbeti korkusu, fıstık ezmesinin damağa yapışma korkusu, 13 sayısı korkusu, Cuma korkusu, cep telefonundan uzak kalma korkusu, kukla ve palyaço korkusu bunlardan bazıları… Korkuya şekil veren düşünceler, insanın kendi kurgusal zihni ve geçmiş yaşam deneyimleriyle büyüyor.
“İnsan düşünen bir varlıktır.” teorisiyle şekillenen insanlık dünyası dünyada var olan düşünme ve eylem yasalarını çürütecek çok sayıda davranışı bitkiler, ağaçlar ve hayvanlar aleminde görebilirsiniz. Belgeselleri izlediğinizde karşılaştığınız tüm manzaralar ve eylemler bir düşüncenin ve eylemin sonucu oluyor. Yani sadece insan değil yaşamın kendisi sürekli düşünen ve eyleme geçen bir varlık olarak etrafımızda yer alıyor. Peki tüm varoluş düşünce ve eylem ile hareket ediyorsa neden onlarda insanlık gibi derin korkular ve fobiler büyütmüyor. Aradaki fark görebilen için bunun sebebini bulmak çok basit aslında, bizi saran evren düşünen ve eyleme geçen bir süreci izlerken, insan bu sürecin içine “anlam katan ve yorum yapan” bir süreci dahil ediyor. Yani insan düşünmenin ötesinde bir şey yapıyor ve yaşadığı şeye bir yorum yapıp ona da anlam yüklüyor. Düşünmek tüm canlıların ve varoluşun yansımasıdır. Yorum yapmak, anlam yüklemek ve sonrasında bunu bir duyguyla eşleştirmek ve ömür boyunca acı çekmek ise insanın kendi tanımsızlığında eriştiği bir sonuçtur.
Korku insanın yaşamda kalma yolculuğunda mutlak gerekli olan bir duygu olmasına rağmen bu korkular aynı zamanda onun yönetilmesine de imkan sağlayan bir yönetim aracı olarak da kullanılıyor. İnsanların korkuları toplumların korkularını, toplumların korkuları ise siyasi yapıları besliyor. İlginç değil mi? Size ait olan bir korku günün sonunda sizi yöneten ve baskı altına alan bir araç haline dönüyor. Peki sizi yönetim ve baskı altına alan bu korkular ne zaman varlığınızda yer etmeye başlıyor ve bu korkular nedir? Gelin birkaç korkunun üzerinden geçelim…
Anne ve baba ile çocuğun hikayesindeki kısa anekdotlara bakalım.
- Sütümü helal etmem! Neden? Çünkü, bu işi yaparsan anne mutsuz olacak. Senin bu işi yapma hakkını elinden alacak ve kendi gerçekliğini sana dayatacak. Sonuç, suçluluk duygusu korkusu
- Hakkımı helal etmem, evlatlıktan reddederim! Neden? Yine bu istediğini yapma ya da ailenin istediğini yapmama hakkını kullanmaya çalıştığında sana dayatılan Kaybetme korkusu…
- Bu yemek bitecek, yoksa sana bir daha yemek yok! Neden? Sevmediğin ve istemediğin bir yemeği zorla yedirmeye çalışarak kendini iyi hissedecek genelde insan ne kazanıyor bu tepkinin sonrasında, aç kalma korkusu.
- Beni seviyorsan böyle davranırsın, bu davranışın ile beni sevmediğini gösteriyorsun! Sonuç, Sevilmeme korkusu, yanlış yapma korkusu, kabul görmeme korkusu diye uzar liste…
Bunlar çok sıradan ve basit görünen aile içi korku türleri. Bu korkular ile büyüyen ve topluma karışan bireyler, bilinç altında aynı korkular ile hareket etmeye başlar. Günün sonunda bu korkuların insanlar ve toplumların üzerinde etkilerini gören kişiler (genelde din adamları, iş adamları, eğitimciler ve siyasetçiler oluyor) bireyleri ve toplumları yönetmek için güçlü bir silaha sahip olur. Öldürmeden tabi kılan, itaat ettiren bu silah ile tüm insanlık sürü haline getirilerek yönetilmeye başlanır. Çalışırken, işten atılma korkusu, gelecek korkusu gibi korkuları bilen işverenler bununla çalışanlarını tehdit ederek düşük maaş ve fazla çalışma saatleri ile daha fazla kar etmeye başlar. İnançları; günah, cehennem ve sürekli ceza kavramları ile şekillendiren din adamları ise kendi saltanatlarını sürdürmek için bu korkuları gazap haline getirip tüm insanlığı kendi ekseninde yönetmeye başlar. Siyasiler de ise durum daha vahim, onların elinde korkuyu besleyecek gerçek silahlar ile birlikte korkmayanlara da bu silahlar ve cezaevleri (bireysel özgürlüğün gasp edilmesi) ile daha büyük bir korku dağarcığı ile yaklaşıp baskı altına almakta hatta bunlarla da ikna olmayanlara farklı işkence teknikleri uygulamakta. Eğitimciler ise kötü not verme, sınıfta bırakma, disipline verme korkuları ile öğrencileri kendi kalıplarına göre şekillendirmekte ve yönetmekte.
Doğduğumuz andan öldüğümüz ana kadar geçen süreç içerisinde tüm bu korkulara maruz kalan benliğimiz ve zihnimiz hayatın tek gerçekliğini bu korkulardan ibaret sanıp kendi hastalıklı bakış açısını sonraki nesillere devrederek yaşamını devam ettirmekte. Bir grup bilim adamı bir kafese 5 maymun ve tepesinde muzlar bulunan bir merdiven yerleştiriliyor. Bir maymun merdivenin tepesindeki muza ulaşmaya çalıştığında aşağıda kalan maymunlara soğuk suyla sırılsıklam ıslatıyor. Bir süre sonra, ne zaman bir maymun merdivene tırmanmaya yeltense diğerleri o maymunu engellemeye hatta dövmeye başlıyor. Bütün bu olaylar sonrasında maymunların hiçbiri yukarıdaki muzları almaya cesaret edemiyor. Daha sonra bilim adamları içerideki maymunlardan birini alıyor ve yerine yeni bir maymun bırakıyor, bu yeni gelen maymunun ilk yaptığı şey tırmanıp muz almaya çalışmak oluyor ve diğer maymunlar onu hemen dövmeye başlıyor. Bu işlem birkaç kez tekrarlandıktan sonra yeni gelen maymunda nedenini bilmemesine rağmen merdivene çıkmaktan vazgeçiyor. Bu süreç ikinci bir maymun eklenip eski maymunlardan biri alındığında da devam ediyor. Tüm eski maymunlar birer birer çıkartılıp yerine yeni maymunlar ekleniyor ve bu süreç her yeni gelen maymunda devam ediyor, merdivene çıkma çabası ve şiddetli dayak… Son olarak beşinci maymun da çıkartılıp yeni bir maymun ekleniyor. Artık soğuk suya maruz kalan hiçbir maymun içeride kalmamasına rağmen gelen yeni maymunda benzer bir şiddet eylemine maruz kalıyor.
İnsan yaşamında da hakkını ararsan dayak yersin, cezaevine düşersin, işkence görürsün, dışlanırsın, hor görülürsün. Aile içinde istenileni yapmazsan dayak yersin, dışlanırsın, sevilmezsin. Eğitim hayatında itaat etmezsen ve söylenileni yapmazsan, sınıfta kalırsın, kötü not alırsın, disipline gönderilirsin. Dinlerde, yapman gerekenleri yapmazsan cehennemde cezalandırılırsın, yanarsın, sonsuza azap içinde olursun (bu arada en büyük günahlardan biri de zinadır ve fiili livata diye geçer, dünyadaki din adamlarının büyük bir çoğunluğu bu suçlardan yargılanıyor ya da görevden alınıyor) ve çarmıha gerilirsin, yakılırsın, elin ayağın kesilir, taşlanırsın… Anne babaya karşı gelirsen taş kesilirsin, senin çocuklarında sana aynısını yapar, ömür boyu vicdan azabı yaşarsın. Korkular, korkular, korkular… İyi de insan hiç mi kendisi olamayacak ve mutlu olamayacak? Bu korkulardan nasıl ve ne zaman özgürleşecek? Zaten tüm ömrü bu korkular ile bloke edilen ve büyüyen bir çocuk nasıl hayata ve dünyaya değer katacak?
Korkular, bize zorla empoze edilen bir yönetim aracı ve toplumsal imha silahıdır. Önce sizi saran bu korkuları tespit edip temizleyin sonra onların sizdeki tezahürlerini ortadan kaldırın ve yaşamınıza özgürlük getirin. Sizi sizden başka kimse uyandıramayacaktır, bunun farkında olun çünkü herkes derin ve travmatik bir korkunun içinde büyüyor ve bu korkuların etrafında çok derin travmalar yaşıyoruz. Dünyayı yöneten güçler sürekli olarak bu korkuları besleyecek mitler ile sizi ele geçirmeye çalışıyor. Açlık korkusu, susuz kalma korkusu, yeterli yiyecek olmaması korkusu, işsizlik korkusu, gelecek korkusu ve yalnızlık korkusu bunlar arasında en güçlü olanları ve sizleri de bu korkuları ile sindirerek yaşamlarınıza el koyuyor.
Birlik ve bir olma bilincinin tamamen ortadan kalktığı, ben merkezciliğin dibine kadar insana dayatıldığı, önce ben kavramları ile herkesin kendi korkusunda yüzmeye mahkum edildiği, new age akımları ile de bu korkunun yapay bir şey olduğu ve insanların tek tek bunlarla yüzleştiğinde tanrı katında ulu bir yere ulaşacağı ve özgürleşeceği öğretilmekte. Daha ilginç olanı ise buna inanan insanların gittikçe yalnızlaştığı ve daha paranoyak hale gelerek sürekli destek talep eden ve gurulara teslim olan bireyler haline geldiğidir. Yorumlarımız ile hayata kör bakış açıları ile bakıp, insanlığın tepesine taht kurmuş diğer insanlara teslim olan ve hayatı tamamen izole olup, kendi dağına çekilmek ve orada tek başına tanrıyı bulmak olduğunu zanneden gurular, keşişler, dervişler ve din adamları ile tanrısallaşan tek bir şey kalıyor geriye, korku…