“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı.
Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi.
Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı.
Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı.
Işık karanlıkta parlar ve karanlık onu alt edememiştir.”
Yuhanna (1-5)
Bugünlerde Retro hareket eden Satürn ve Merkür, geçmişten gelen dostları, umutları ve planları önümüze sererken, çocukken hissettiğimiz dünyayla, olgunluğumuz arasında bir köprü kuruyor. Saf, samimi ve neşeli olmadığımız bir yaşamı ciddiye de alamayacağımızı gösteriyor.
Sözler garip biçimde gerçeğe dönüşürler; “küçük yalanlar” söyleriz ve samimiyetin geri-planda olduğu modern dünyada bunu “doğal” karşılarız. Öyle şeylere doğal demeye başladık ki. Fakat hem doğa hem de zaman, gerçeği kendimizden esirgemize izin vermeyecek kadar çok sever bizi. Söylediğimiz küçük yalanların bedelini ödediğimizde, üzerimizdeki ağırlık ve cebimizdeki bereket ve yuvamızdaki mutluluk huzur bulur. Tüm yalanlar hayatımızdan çıkana kadar, işlerimiz ve ilişkilerimiz ters giderek, gerekli huzura kavuşmamız için rehberlik ederler.
“Ben hiç yalan söylemem ve yalandan nefret ederim.” Cümlelerin altında bir gerçek olarak yaşanmaya dönüşmüş, yıllanmış yalanlar yatar. Bu yalanlar artık yaşamı idare eder hale gelmiş, belki bir ev düzeni belki bir evden kaçma şekli belki de bir ağrıya dönüşmüştür. Öyle ki bir türlü bu dünyaya neden geldiğinizi bulamıyor, gittiğiniz hiçbir yerde kendinizi ait ya da rahat hissetmiyor olabilirsiniz.
Kendimizi en yakınlarımızdan özenle saklarız. Birbiriyle tamamlamış iki insanın hissettiği aşk olarak nefes alır, yürür ve uykuya dalarız. Ta ki birçok sancıdan bedenimizi oluşturan mirası hatırlayarak uyanana kadar. Bu mirasın içinde bilmediğimiz hazineler olduğu kadar bilmediğimiz lanetler de vardır. Gerçekle, Tanrısal Öz’müzde arada duran Karma, anne – babamızın güven ve huzurla yaşamasını engellemiş, onlar tarafından örtülmüş birçok eylemi, korkuyu ve kaybı aynı zamanda bunları söze, müziğe, erdeme, yaratıma dönüştürerek şifalandırma potansiyelini de birlikte getirir. Gerçek şu ki varlığımızın o kadar az bir kısmını tanıyoruz ki kimlik diye elimizde kalan bu kapısapının ardında, tüm sorunlarımızın çözümünü gölgede bırakacak kadar muhteşem bir Ruh var.
Peki bunları şimdi düşünüyor olmamızın altında ne var? Kadim kültürlerin bu gerçeği bildiğini biliyoruz; Antik Yunan’dan sonra üzeri örtülen bu bilgilerin peçesini birer birer kaldırıyoruz ve günlük yaşantımızı değiştiriyoruz, hayallerimizi, umutlarımızı, yaşam biçimimizi. Bize miras kalanları dönüştürerek, çocuklarımıza –çocukluğumuza- iç huzurunu, neşeyi ve evreni – kendini keşfi miras bırakmaya çalışıyoruz. Evren dediğimiz ışık tayfını kıran bir prizma olduğumuzu fark ettiğimizden beri, ışık hızının ötesinde bir varoluşa izin verir olduk. Haklı olmayı bırakmaya, ne renk kıvılcımlar saçtığımızı görmeye izin veriyoruz. Işığımızın devamında kütleleşen yıldızların hareketiyle, önceden oluşmuş bir kadere, bize bırakılan mirasa cevap veriyoruz. Bu cevabı hergün kendi içimizde, sözlerimizde, davranışlarımızda; annemiz dediğimiz, babamız dediğimiz, yoldan geçen biri dediğimiz insanlar üzerinden anca kendi boyunu ölçebilen bilimsel ilerlememizin Evren dediği muhteşem nabza ekliyoruz. Aslında hergün bir Kurtuluş Savaşı veriyor ve neticesini almakta gecikmiyoruz. Yine Antik Yunan’a gidersek, zihnin egemenliğini sembolize eden bu medeniyetin, bizim aracılığımızla birşeyleri görmezden geldiğini fark ediyoruz. Söylediğimiz sözlerin, hayatımızda hiç tahmin etmediğimiz kadar büyük bir yer kapladığını bilseydik, cömertçe ziyan edebilir miydik?
Hiç bilmediğimiz gerçekleri, neden yaptığımızı, hissettiğimizi bilmediğimiz şeylerde keşfederiz. Nihayetinde ışığa izin verdikçe, kollarımız daha uzağa dokunabilmeye, bacaklarımız yürümeye başlar. Bu ilk defa geldiğimiz bir Dünya’dır ve güzelliğiyle şaşırtmakta gecikmez.
Elbette işlerin bu kadar kolay olmadığını söyleyen bir zihin mevcuttur. Onu yeni sözlerle tanışmayı sevmeyen çekingen, korkmuş ve saldırganlaşmış bir çocuğa benzetmek uygun olur. Zihnimize, yeni ürettiğimiz duygularla şefkat gösterdikçe, hep özlemini çektiği annesine kavuşan bir çocuk gibi büyümeye, gelişmeye ve güvenmeye başlar. Bu yeni zihin, yalnızca taşıdığımız yükleri hazineye çevirmekle kalmaz, aynı zamanda o çocuğun düşlediği Dünya’da yaşamasını da sağlar.
2 Haziran 2015 Dolunay’ıyla cennetimizle araya giren bu acı verici mesafeyi kaldırmak için güçlü bir şans elde ediyoruz. 11 derece Yay’daki Dolunay, herşeyden önce verdiğimiz emekleri ve dürüstülüğümüzü görünür kılarak güzel neticeler alacağımızı gösteriyor. Yönetici Jüpiter, aynı zamanda Karma’nın sembolü Satürn’e de ev sahipliği yapıyor. Bu süreçte geçmişte yaptığımız olumlu davranışların yarattığı parlak dalgayı gözlemleme şansına sahibiz.
Dolunay anında Akrep’in son dereceleri yükseliyor ve tutkulu olduğumuz konularda verdiğimiz mücadelenin bir bölümünü kapatıp, tamamlıyor. Gizli korkunun ipini tuttuğu bir kukla oyunundan çıkma vaktinin geldiğini hatırlatıyor. Bazen birşeye bakıp ne kadar muhteşem bir ışık yaydığını görürüz. Çiçekler bunu fark eder ve hemen cevap verir. Oysa insanlar olarak, Tanrı’nın üzerimizde parlayan ışığını görmemek için, bazen şefkati, bazen zenginliği bazen de inancımızı reddederiz. Onun vereceği sorumluluktan belki güçten korkarız çünkü sorumluluk diye birşeyin var olduğunu, bedenimizden ya da ruhumuzdan ayrı, yüklenmiş birşey olduğunu sanırız. Oysa yükünü hissettiğimiz şey, korkudur. Kendimizi var olmaya bırakınca, yiyeceğimiz lokma da alacağımız ışık da bizi beklemektedir. Ay’ın ışığı, işte bu güveni yayıyor olacak…
Satürn uzun bir müddet yay burcunda, fırlattığımız oklarla nereden vurulduğumuzu gösterirken, süreceğimiz merhemi de beraberinde getiriyor. Adeta “Kapıyı çalın size açılacaktır,” diyor; hangi yalanın kemikleşip gerçeğe dönüştüğünü buldukça, pek çok kaynaktan akan cevaplar, kaderimizi – içine doğduğumuz zamanı da en güzel şekilde onurlandırma fırsatı sunuyor. Gizemleri severiz, biliriz ki onu çözmek, bilmediğimiz bir yere götürecek ve nice gizemi beraberinde getirecektir. İçimizdeki hazinenin içindeyiz.
Bu Dolunay’da gelecek planları beklemeye alınmış gibi gelebilir, ebeveynimizin, patronumuzun yanında kendimizi yeterince ifade edemediğimizi hissedebiliriz. İstediğimiz iş pozisyonunda olmadığımızı, haksız yere bekletildiğimizi düşünebiliriz. Ancak yargılamakta acele etmemeli hatta hiç yargılamamalıyız. Çünkü bu dönem aklımıza gelen projeler, planlar oldukça parlak. Ancak bu zaten kendimizi ifade etmekte acele etmememiz gereken bir dönem. Daha çok Tanrı’nın sunduğu güzellikleri görüp, kabul edebilecek kadar temiz ve bilinçli olmayı öğrenme vakti.
Yurtdışına yönelik planlarımız, belki eğitimlerimiz ya da dış ticaretle ilgili konular destek bulabilir. Ayrıca beklenmedik fırsatların karşımıza çıktığını, uzun süredir emek verdiğimiz konularda güzel geridönüşler aldığımızı görebiliriz. Bu durum bir süre etkin olacaktır. Tadını çıkarmakta fayda var.
İçinden yükseldiğimiz toprakların dinsel yapısında saklı anlamları keşfedip, hayatımıza oturtabilir, gizlide kalmış inkar ve mücadelemizi fark edebiliriz. Bu akademik çalışmalara, uzak seyehatlere, sağlığı miras bırakmaya göz kırpan bir Dolunay. En çok da bilgi ve iletişim ekseninde genişleyip, ortaklıklarımızla ilgili gerçekleri keşfedeceğiz. Üç aylara girdiğimizden beri havaya serpilen umudun görünür olduğu bugünlerde, bilginin verdiği enerjiyi kucaklayabilir, 16 Haziran’daki YeniAy’da ise yakaladığımız fırsatları yükseltecek güzel başlangıçlar yapabiliriz.
Işık olsun
250515