Bir kitapta, ‘akıl, yaşam gücüyle hapis alınmış enerjidir’, diye okumuştum. Başka bir kitapta da, ‘yaşam, manyetizma ile esir alınmış ışıktan oluşuyor’ diyordu. Bir esirlik konusu var olduğu kesin zaten… Ama, yaşama olan sevginin esareti bu bence. Acı ve ıstıraplara da, ‘esaretin bedeli’ denebilir belki… Evet, bildiğimiz, bize öğretilen kavramlar bunlardır. Yeni şuur kavramlarıyla ise, belki de, ‘esaret, bedel, kazanmak, yenilmek’ gibi mevhumlar yoktur. Sevgi adına biat, huzur ve merhamet adına anlayış, ve onlara eşlik eden durumlar vardır. Olgun ve kamil aklı ideal olarak aldığımız zaman, beğenmediğiniz her durumdan kazançlı çıkmanın dürüst yolu var olması lazım, değil mi?
Şimdi internette ve hemen her gazete, dergide ‘mutlu olmanın yolları’ gibi nasihatler, öğretiler çok bol, eskiden öyle olmadığı dönemlerde bile, kitaplarım çoktu böyle konularda, hem ihtiyacım vardı hem meraklıydım – çok okuyordum. Ama, ne fayda? Okumakla pek olmuyormuş ya da dikkatli okuyamıyormuşum. İşte o zamanlar, acı durumların içinde dayanmaya gücüm yettiği sınıra kadar kıvranır, sonra, temelli yıkıma uğramamak için çare arayıp, içime derinleşerek, bütün kalbimle hayata, evrene, kadere sorular vermeye başlar, doğru cevapları duyabilmek içinse tüm güçlerimle odaklanırdım. Bir kaç saat ve hatta dakikalardan sonra, bazen günlerden sonra, garip cevaplar gelirdi… Neden mi garip? Çünkü, bana öğretilen şeylere benzemiyordu da ondan. Ama bir kaynaktan geliyordu ya bu cevaplar! Farklı bir bilinçle analiz edildiğinde çok inandırıcı ve çok tutarlı, olgun, erdemli ve huzur verici anlatımlardı çünkü. Ama günlük hayatın dayattığı manalardan baktığınızda son derece tutarsız, anlamsız gibi gelivermeleri üzücüydü. Yine de, her koşulda, her coğrafi ve sosyal muhitte, herhangi durumun içinde en azında onlara erdemli ve büyülü masallar gibi bakabilirdim. ‘Ölenler Kuş Olurlar’ adında seri yazılar ve resimler yaptığım dönem oldu 2011 de(sonradan bazı yazı ve resimler aynı addaki kitapta yayımlandılar): içimdeki o masalcı Evren Kuşunu serbest konuşturmaya karar vermiştim o dönem. O zaman fark ettim ki, bir yanım acıdan, belirsizlikten, imkansızlıklardan, anlayışsızlıklardan ve en çok kendimin anlayamadığım şeylerden kıvranırken, başka yanım bu acıları bir doğum acısı gibi kullanmaya çalışıyor, ve ıstıraplardan damlatılan anlamlar-cevaplar yeni bir şuura sahip yeni kişiliğimi şekillendiriyordu. Aceleyle kağıtlara kayıt etmeye çalıştığım: hem yazı hem resimler olarak- sonuçlara tekrar tekrar bakardım, saatlerce izlerdim, ve bazen, zihinsel Ben yanımla bu büyülü kişilik tarafıma-evrensel dilde konuşmaya, bazı güzel ve nadir anlamları anlatmaya çalışan Benliğim için aracı olduğumu düşünürdüm. Aslında, hep her zaman vardı sanki o Kuş içimde, ama belki bazen sesini duymuyordum, duysam inanmıyordum, inansam uygulayamıyordum… Yaratıcılık bana o Evrensel Öykücü Kuşun sesini daha net duymama, anlatımlarını daha iyi aklıma sindirmeme yardımcı oluyordu.
Anladım ki: bu durumun her zaman bir yanı Acı, bir yanı da Mutluluktur.
Muhteşem paradoksun özü şuurdaydı ki, Zamanın ‘şimdi’sinde size acı veren şeyler, ‘geçmiş’in arşivine kayıt edildikten sonra, aslında olması gerekenin, doğrunun, sizin gerçeğinizin şartı olduğunu kavrardınız. O yüzden, olgunlaştıkça, ‘Şimdi’ye bir geçmiş gibi bakmayı, ya da Gelecekten bakmayı öğrenmeye başlardınız. İçinizde açılmaya başlayan farklı GÖRÜ size Zamanı yenmeyi de öğretirdi kısası.
Uyuyan şuurun birden uyanması her şeyin başkaların gördüğü gibi olmadığını anlamak ve susmak zorunda olmak…
Açıklamak lazımsa eğer, onların, henüz uyuyanların yada uyanıp ta bunun farkında olmayanların arasında, yada uyanıklıktan korkarak, yeniden gözlerini kapatmaya çalışanlarla ortak bir iletişim, ortak yaşam ve etkileşim alanında olmak isteniyorsa, önce onların dilini, zihin temellerini, algı özelliklerini iyi tanımak lazımdı. Ve kendin gibi başkalarını bulmak: Onların varolduğunu hissediyordum, şimdilik kimsesiz ada da his etsem de kendimi, büyük karaların olduğu ve oralarda benim gibilerin muhakkak olması gerektiğini düşündürüyordu bir şeyler…
Bazı sezilerin ispatı yoktur. Ama o seziye inanmaktan başka durum da yoktur içinizde…
Zamanı farklı yaşarsınız, güneşten çıkıp aradaki mesafeyi ve dünyayı saniyede bir çok defa dolaşan neytrinolarla beraber uçar bilinciniz, bilimin tıkandığı ve bilincin kendini aştığı bir sınırda ayakta kalmaya, aklınıza mukayyet olmaya çalışıyorsunuz… Ve siz o durumlarda otobüs durağında duruyormuş, tekme tokat kötü bir kavgaya tanık oluyorsunuzdur; ya da okulunuzda, iş yerinizde, evinizde çok basit ortamlarda, basit konularla uğraşmak zorunda bulunuyor olabilirsiniz…
Kor alevler yanar içinizde, yüksek duygular, farklı hissiyatlar yarıp girer içinize görünmez ateş kaynağından, göğsünüz kabarır, ağlayasınız gelir, evrenin hangidir haşmetli katlarından size görünmez ellerin sallandığını his edersiniz, yüreğiniz görünmez okyanusun dalgalarıyla ritmik vuruşlara kapılır aniden, gezegensel acıların, ıstırapların, coşkuların titreşimsel danslarını yaşarken, vücudunuz o anda karşınızdaki ‘size en yakın olduğunu iddia eden’ insanlara en basit günlük şeyleri de hata anladıkları ve hata çözümlemeye çalıştıklarını anlatamamaktan bunalıyorsunuz…
Yaralar birikmeye başlamıştır içinizde, içinizdeki ağrılardan artık dilsiz çocuk gibi sadece ağlamak, bağırıp çağırmak, yıkıp kırmak gelmeye başlamıştır çoktan…
Çokça yalanlar, kıvırmalar, salak yerine konulmalar, sömürülmeler, iyilik yapıyormuş gibi yapılan zulümler acıtıyor içinizi… bir taraftan özgür ruhunuzun ihtiyaçları, bir taraftan farklı bilincinizin size haykırdıkları, evrensel bir büyük Kalbin fısıldadıkları, bir taraftansa şartlanmaların-şartlandırılmaların yapışkan ağı, sizi çaresiz görenlerin baskıları, saf görenlerin basit ve cahilce ama ustaca usulleri kendi bataklıklarına çekmek uğrunda çekinmemeleri, utanmamaları, korkmamaları…
Üzerinize gelenlerin çok ve güçlü olduklarını, elinizden bir şey gelmeyeceğini, hiç şeyi değiştiremeyeceğinizi, kimseye kendinizi doğru anlatamayacağınızı düşünürsünüz bazen.
Zaman, hem tek düşmanınız, hem tek dostunuz oluyor. Aynı zamanda sabrı öğretir size, acımasız bir usta gibi…
Zihnin bu odasından öbür odasına sürüklenirsiniz, aralık koridorlar oluyor bazen, bazı odalarda zamanlık kaldığınızı sezersiniz, çoğunda kendi yerinizde olmadığınızın eminliğiyle ve tatsızlığıyla yaşarsınız… Acı dolu odacıklar da çoğalıyor Yaşam Binanızda: var gücünüzle çıkmaya çırpındığınız. Ama nedense tutuklusunuz orada belli süreye… Daha da kötüsü şu ki, öteki farklı odaların da olduğunu unutursunuz bazen… Acı duyguların manyetik alanı sizi çukur karanlık zindana hapis eder…
İşte bu durumda acınız tüm varoluşu, tüm hayatı doldurmuş gibi oluyor, her yerde ondan parçalar vardır, her şeyde uzun pençelerinin izleri dokunmuştur sanki, zehir gibi hem içten kıvrandırır hem dıştan kavurur sizi nefesleri…
Ama bir Merkez Oda vardır her zaman o binada, oradan size bildirimler gelmektedir: sorun şurada ki, siz bazen inanabiliyorsunuz, bazen inanamazsınız Oradan gelenlere… İçiniz çokça parçalara ayrılmıştır, her parçanız kendi gerçeğini savunuyor… dışarıdaki durum içinizde de karmaşa ve bölünmüşlük yaratmıştır. Siz dış dünyanın küçük modeline dönüşmüşünüzdür: oradaki sahtelikler sizde de yansıyor, orayı çürüten haksızlıklar ve yalanlar sizde de çürük coğrafyalar yaratmıştır, orayı sallayan korkular sizi de içinizden kemiriyordur… Ölçüleri kaybedersiniz, hak nedir, yalan nedir-ters görünmeye başlar, içten parçalanmış imparatorluk gibi artık kolay fethedilebilinecek durumdasınız, en kötüsü – kimi kime şikayet ederim konumuna gelirsiniz: her yerde sizin gibiler var ve sizde artık ‘her kes gibi olduğunuzu’ yaşarsınız…
‘Ortanca Dünya’ tüm kuralları ve özellikleriyle sizi de içine almıştır, farkında olmadan siz de aynı ‘etki-tepki’ler ağına düşmüşünüzdür, genel şartlandırılmalar size de kendi yolunda kırbaçlıyor artık, ata binip gezmenin yerine, kendiniz at (daha beteri-eşek) olmuşunuzdur ve tek doğru olduğuna inandırıldığınız, ama sezilerinizin çıkmaz olduğunu israrla bildirmeye çalıştığı ‘yolda’ bitkin ve yorgun koşuşturuyorsunuzdur…
Gerçek güç kanallarınız tıkanmıştır, sahte ve kötü yakıt doğal iç mekanizmalarınızın işlevselliğini tahrip ediyor, duygularınızın bile kireçlendiğini his edersiniz, omurganız sizin değilmiş gibi, dengenizi sağlayamıyor artık…
İp Cambazının Denge Ustalığı
Evet, resmen İp Cambazının Denge Ustalığını edinmeniz şart bu durumda!
Her dakika kendimi içimdeki Usta-Büyük Ruhun yönetiminde tutmayı öğrendikçe, aslında iç dünyam tarafından kesin bir amaca yönlendirilen, dış hayatım tarafından da apaçık buna zorlanan kimlik olduğumu hissediyordum.
Önümde kapanan kapılar için üzülmüyordum artık, bu demek oluyordu ki, başka, bana gereksiz kapının önünde duruyormuşum, kendim için doğru olan Kapıyı bulmam lazım. Bazen geriye dönüp baktığında, iyi ki o İŞ olmamış, iyi ki, şu yoldan gitmemişim, iyi ki, şu-şu engeller çıkmış karşıma ve korkmadan, yönümü değiştirebilmişim, dersin kendi kendine. Belli deneyimler de sana çok şey öğretir tabii… Geride acılar ve yaralar bile bırakmış olsalar da, yıpranmışlık hissi yerine, Şükran duymayı denersen, gerçek durum aydınlanıverir birden bire.
Hadi diyelim, kasabanı şehre değiştirdin-olmadı, periferik ilden başkente taşındıysan da, hatta memleketler değiştirdiysen de bulamadın o kapıyı. Çok iyimser, merhametli olmayı denedin, sonuç alamadığını düşünerek bu sefer ‘sinirli ve bencil’ çocuk olmayı denedin, yine çarptı…
Ama istikrar göstermekten geçen Yol sana o gizli Tünel Kapısının aslında her yerde olduğunu gösterir muhakkak. Sen çok istediğinde ve hak ettiğinde, hazır olduğunda bodrum katındaki dar bir kiralık dairenin nem kokan odasında da, bahçendeki eski yazı masası önünde de O Kapının sana açılabileceğini algılamak lazım.
Sonuçta, gerçek haşmeti, güzelliği, huşuyu yaratacak olan Yaradan ve onun parçası olan Sensin! Yeter ki, ‘ortanca zihniyetin’ ve düşük, depresif duyguların hipnotizesine asla aldırış etmeyesin!
Ben de, zaman zaman çok ikilemlerde kalmış olsam da, bir biçimde İç dünyam araçılığıyla aldığım bilgilerin, her ne kadar bazen zihnime ters gibi gelse de, dürüst olduğuna, hak yolu olduğunu, bu amaçtan sapmamam gerektiğini bilinçaltımda şiddetle hissederdim.
En çokta aşırı zor durumlarda olduğumda, katlanılması güç olan deneyimler süresince, yaşamımın dönüş noktalarında, etrafımda dertleşecek kimse olmadığı zamanlarda, her an ‘Onları’ (Melekleri, Yüce Varlıkları, Usta’yı, Doğa Ruhunu, Kod’u, İç Sesi – adına ne derseniz)-kendimle beraber hissediyordum.
Özellikle de bizzat (dışarıdan bakıldığında) çok zor dönem yaşıyormuş gibi gelen anlarımda İlahi bir esinti ruhuma derin ve sakin bir sükûnet bağışlıyordu.
İçsel dinginlik ve neşe ise peşinden güzelliği ve tadı tarif edilemez duygular getiriyordu…
Ama bu, o anda günlük yaşamınızın kaygılarıyla ilgilenmemeniz, iç dünyanıza tamamen kapanmanız gerektiği, sadece kosmolojik boyutlarda düşünmeniz gerektiği anlamına gelmiyordu tabi ki. Yaşamın içinde olmak, kendi içsel, ruhsal, hormonal, sosyal alanların göksel denilen periodik-dönemsellikle, doğayla ortak ritimlerinizle bağlı olduğunu bilmekten geçer, ayakkabımızın bağını bağlamayı bilmesek yada unutursak, yürürken düşeceğimiz ihtimalını rad edemiyecegimiz kadar, çeşit bilgilerle, çeşit duygularla, çeşitli alanlarda sorumlulukla yürümemiz lazım olan bir Yolculuktur yaşamımız. Sadece, alanların birinde aşırılığa kaçarsak, muhakkak şekilde sonuçunu yaşayacağımızın da bilincinde olmamız gerekiyor. Zaten, dengenin olmaması halinde o yada bu alanda aşırılıklarımız yada eksikliklerimizin sonucu olarak görülebilir hayatımız. Tabi ki, bu konularda anlatacakları çok olan bir sürü yaşam koçları, melek koçları, şifacılar, vs insanlara belli ücretlere ‘hizmet etmekten’ memnunlar. Modern meddahlık ta pek revacdadır son on yıllıklarda: internet insanlara ulaşımı ve bilginin (sahtelerinin de) yayılımını kolaylaştırdı ya. Daha neler neler:pleadesliler bizzat şifa teknikleri öğretıyorlar bazı arkadaşlara.
Son derece inançla ve eminlikle diyebileceğim bir şey varsa, o da, her insanın kendi arayışına göre cevabı kendi bulabileceği konusundaki gerçektir. Çünkü onun denge oranını sadece kendi içinden çalışan Usta en iyi bilmesi gerekiyor. Kendi ustanızın yardımını almaktan vaz geçiyorsanız, tembellik, yada kendinize güvensizlik gibi durumlarınız varsa, dışarıdan yardım istersiniz. ‘Ustamla bağlantı kurmak istiyorum ama olmuyor’ diyorsanız, o zaman gerçek şifaçılara, erdemli rehberlere ihtiyacınız vardır. Yine de, onlara yönlenirken, işin çoğu size düşüyor: şifa bulmak isteğinize, iradenize, emeğinize, dürüstlüğünüze bağlı kalıyor süreç…
Ruhlar öz amaçlarını anımsarken, hücrelerinin derinliklerinden, doğadan, beşerin tarihi birikiminden, şuurunun ötelerinden sızan sezileri, bilgileriyle baş etmek zorunda. En önemlisi: İnsan demek ne olduğu dersini kavramaktır onun için en önde gelen mesela.
Yüreğiyle uyumlu yaşamak için yapılan evrensel daveti güzelliklerin dilinden işiten insan, içinde bulunduğu durumu doğru kavramış, şuurlu insandır.
Ayın Her İki Yüzünü Görebilmekten geçer her İnsanın bireysel yaşam deklarasyönünü Kendine, Yaşama, Topluma, Evrene eminlikle ilan edebilmesi-
Siyahta ki beyazı ve yanlışların doğrulukları, acılarla doğan mutluluklar gibi çelişkileri sadece ve sadece kendine özgü yolla çözmek zorunluluğunu koyuyor
Yeni Dönem
Aynı katalizör ve blokajlar kişiye özel farklı sonuçlar doğurabiliyorlar çünkü. Bilincin kendi sizi ve etrafınızdaki dünyayı kavramaya aracı olurken, sınırlayıcı, kısıtlayıcı faktör de kendisi oluyor. Uyanmış bilincin özellikleri nedir o zaman?
Bence, Zıtların Sentezini yapabilmektedir. Çünkü, tanrısal katlarda zıtlık yoktur. Karşıtlıklar bizim zihinsel, maddeye odaklı, ortanca bilincin şekillendirdiği katlarda oluşuyor ve hüküm sürüyor. At ve onun üzerinde sürücü bir birine uyumlu, bir birini his ederek hareket etmeleri lazım ama aralarındaki bilinçsel fark belli barizdir: akıl, biyolojik beden ve ruh üçlüsü bir biriyle denge ve uyum içinde olmadan, Uyanmış, kamil, erdemli İnsan olmak zordur. Bu istenilen özellikleri elde etmek ne kadar zor koşullarda oluşursa, o kadar değerlidir sonuçları… Zorluk değerlendirmesi her ruhun olgunluk derecesine göre değişiyor. ‘Zoru sevmek’ diye deyim vardır, neden bir insan kendisini zorluklara atsın ki, maksat daha çok gelişmek mi? Yada, kendi potensiyellerini bilen ve kendine emin olan ruh aklınızı ve iradenizi daha farklı deneyimlere mi ikna ediyor? Ruhun sesini bilincinizden ne kadar kalın perdeler ayırıyorsa, o kadar zordur anlamak bunları.
Öyle ya da böyle, bu hayatımız, her ne kadar reenkarnasyona inanırsak bile, yaşamın kiymeti acısından biriciktir, tekrarlanmazdır, ve kendi yaşamımızdan olabildiğince çok dersler çıkarmak, kiymetli deneyimler yaşama imkanı elde ettiğimizde bu şansları kaçırmadan, ortanca zihniyetin ‘not’larına kafayı takmadan, ruhumuzun amacını sebatla takip etmekten caymadan, hem olgun bir ciddiyet hem çocuksu oyun severliğin zıtlığını imkanlı kılan kişilikle yaşamaya değerdir! Ve hayatımızda hoşumuza gitmeyen, hatta acı veren durumları bile bu kişiliği yaratmak adına olduğuna inanmak, sonuçta ise, bir gün o yeni insanın, yeni kişiliğin ortaya çıkıp, kendine özgün yeni hayat oyununu düzenlemeye başladığını fark etmek, belki de, bu içinde bulunduğumuz özel bir dönemin en güzel amacı ve deneyimi olabilir…