Düşünüyordum, insanoğlu neden bazı günleri kutlar? Hangi bilinçaltı veya üstü ihtiyacın ya da arzunun sonucu keşfettik bu kutlama geleneğini? Neleri kutluyoruz? Unutmaktan ya da kaybetmekten korktuğumuz, hayatımızın doğal akışına işlememiş ve illa da hatırlanması veya hatırlatılması gereken şeyleri özel günlerle hatırlatıyoruz kendimize. Bugünler kutladığımız şeyler için bir varoluş günü, çünkü diğer günlerde sadece yok edilmeye ya da yok gibi görülmeye devam edecekler…
Ve yine bir sekiz mart dünya kadınlar günü geliyor. Bir kadın olarak, beni her zaman derin bir boşluk ve anlamsızlık duygusuna düşürmüş olan bu kutlama gününde, biz kadınlar neyi kutluyoruz? 41 yaşında bir kadın olmama rağmen hala bu soruya bir cevap bulamadım.
Biz kadınlar neyi Kutluyoruz? Ne diyoruz bu günle biz dünyaya? Ey erkekler ve çocuklar, biz varız ve erkekler kadar çok çalışıyoruz mu? Erkekler kadar akıllıyız mı? Erkekler kadar değerliyiz mi? Erkeklerden daha iyiyiz mi? Ne diyoruz?
Ve şunu düşündüm yeniden. Dünya kadınlar günü var. Dünya çocuklar günü de var, peki neden dünya erkekler günü yok? Buna neden ihtiyaç yok? Hatırlamak mı istemiyoruz? Yoksa yok edilme tehlikeleri mi yok? Erkekler kendi günlerini kutlamayarak ne diyorlar peki dünyaya ve bize?
İçimdeki kaybolmuşluk hissi ve anlamsızlık daha da artıyor. Biz kadınlar neyi kutluyoruz?
Kendi yarattığı erkeklik tanımı yüzünden kendi varlığı içinde derin ıstıraplar çeken erkekliğin karşısında nasıl durarak, ne yaparak kadınlığımızı kutluyoruz?
Biz kadınlar yüzyıllardır en az erkekler kadar akıllı güçlü yetenekli başarılı istikrarlı vs vs vs olduğumuzu kanıtlamak için her şeyi onlar gibi ve hatta onlardan bile daha iyi yaparak, daha mı kadın olduk? Kadın kim? Kimliğini kim tanımladı kadının? Erkek söylemine terk ettiğimiz ve hatta tanımını, yorumunu Beyaz Hristiyan Erkek topluluklarının ürettiği sözüm ona bilim ile üzerimize giydiğimiz kadınlık, nasıl bir kadınlıktır.
Kadın kim? Sen nasıl bir kadınsın? Var oluşunun veya bedeninin derinliklerinden gelen bir bilişle mi biliyorsun kadın olduğunu? Kendime soruyorum, bulamıyorum. Kendi kadınlığımın bilinmezliği, tanımsızlığı… Sorularımın cevaplarının peşinde düştüğüm binlerce kesif yolculuğu… Okumalar, akademik araştırmalar, psikanalitik okumalar, tasavvufi okumalar, spiritüel çalışmalar, yeni dönem dişi güç çalışmaları vs. vs. vs… Hepsinde pek çok eksiklik ve içimdeki kuyu daha da derinleşiyor. Hepsinin sunduğu bir çare var ama, sadece bir semptom için, hastalığı kaldırmıyor. Ruhumdaki bu tatminsizliği, arayışı gidermiyor. Bu kadınlığın kökü referansı nerde? Nerde? Kadın olmak ne demek bilen var mı hakikatte.
Kadın olmak nedir? Erkek söylemine göre kadın olmak erkek olmamak demektir? Peki ya erkek olmak ne demektir? Peki ya bunu, gerçekten de bilen hisseden var mı.
İnsan olma hikayesinin gelişimine bakınca gördüğüm bir esaret hikayesi. Yazılı tarih ne yazık ki ataerkil sistemle başlıyor. Göçebelikten, yerleşik hayata geçilmesiyle erkeğin kas beden gücüne duyulan varoluşsal ihtiyacın, onu gücün sahibi yapması. Yerleşik hayatın olmazsa olmazlarından, fetih savunma ve korunma ihtiyacı yüzünden, erkekler her geçen gün kendi saldırganlıklarını besleyen, Rekabet, Kavga ve Üstünlük sağlamanın, gerçek güç olarak tanımlandığı yöneten ve yönetilen, kazanan ve kaybedenin olduğu bir toplumsal düzen oluşmaya başladı.
Bu toplumsal yapı ve varoluş çabası, (Çünkü güçlü olmayan, kaybeden ölürdü) mücadele rekabet ve kavgada üstünlük sağlayan yeteneklerinin erkeklik olarak oluşmasına ve erkekliği tanımlamasına sebep oldu. Erkekler kendi gerçek özlerini bu gereklilik sebebiyle feda ettiler unuttular ve nihayet kaybettiler. Bu yaratılmış yeni toplumun acımasız varoluş kurallarının içinde erkekler, kendi erkek kardeşleri, babaları anneleri sayesinde kendi içlerine diri diri gömüldüler. Kimse acımadı onlara, herkesin gözün önünde ruhen yavaş yavaş öldüler. Özleri kendilerinden çalındı talan edildi erkeklik uğruna. Ellerinde kalan ise medeniyeti, barbarlık üzerine kuran rekabet saldırganlık ve güç-otorite üzerine, kuran hissiz katı öfkeli ve utanç ve ıstırap içinde bir erkek yaratığı aldı. Bu yeni erkek bir yaratıktı evet çünkü yaratıldı. Gerçek değildi, özü tanrının orijinal yaratımına değil deforme edilmiş bozulmuş insan mahsulü öğretilere, arzulara has(r)etlere açgözlülüklere dayanmaktaydı. Ruhlar, kadın erkek derin yaralar almıştı.
Kendi özünü kaybetmiş olan erkeğin derinde sakladığı korktuğu utanç ve öfkesi ise zayıf olana yani kadına yansıtıldı. Erkek kendi hayal kırıklığının bedelini ataerkil sistemi kullanarak kadına ödetti. Ataerkil sistem içinde tanımlanan erkeklik tanımı ve kadının üzerine kurulan tahakküm gücüne atıfta bulunan bu tanım sebebi ile haksızlığa ve eziyete uğrayan kadının hak arayışı, eşitlik için kadınların da erkekleşme çabası ile son buldu.
Peki kimin işi bu ataerkil düzen, kim kurdu bu düzeni? Neden ve Nasıl? İki cinsi böyle birbirine düşman ve birbirinden kopmuş özünden kopmuş ve gücün yaşamdan bile kutsal olduğu bu düzen kimler tarafından ve neden kuruldu. Kadınların sorumluluğu neydi bu düzen kurulurken. Ters giden neydi? Peki ya sonra ataerkil düzen kurulduktan sonra dişiliğini ne yaptı kadın? Hemen mi unuttu? neden unuttu? Direndi mi? vaz mı geçti? O kadınların öfkelerine, hayal kırıklıklarına ne oldu?
Yaşam ve bilgelik üreten kadınlar ataerkil sistemle ne üretmeye başladılar? Kadına ne oldu? Neden çekildi sessizce yoksa çekilmek yerine gizil bir yıkıcılık ile ataerkil sistemi yeniden yeni den üreten ve tüm erkeklerimizin içine düştüğü bu cehennemi yaratan bir intikama dönüşen yıkıcılığa mı kapıldılar. Erkek çocuklarını bağımsız kılmak için ana kucaklarından kovan kadınlar, kız çocuklarından ise kendilerinden çalınanımı kıskandılar vermediler.
2.5 milyon yıllık insanlık tarihinde sadece 7-10 yıl öncesine dayanan bu ataerkil değişim neden bu kadar derin yıkıcı ve kalıcı hasarlar verirken kadın nerdeyse 2.5 milyon yıllık asıl yerinden vazgeçti. Kadın artık bağımlı edilgen tüketici ve sistemi devam ettirmek için kendine ve büyüttüğü çocuklara karşı yıkıcı hale neden geldi ? tarihteki asıl rolünden ve sahneden neden çekildi?
Peki ya sonra, yani şimdi? Cinslerin, cinsiyetlerini birbirlerine doğrulmuş birer silah gibi kullandıkları bu günlere bu ağır zamanlara geldik. Biz kadınlar ve erkekler, unuttuk sadece, kim olduğumuzu özümüzdeki kadın ve erkekliğin köklerini hislerini unuttuk.
Tabi ya kadın olmak nasıl hissettirirdi. ya erkek olmak !… medeniyet ve yazılı tarihte bunu söyleyen kimse var mıydı? Yok! Yok mu…
Şaşkınlık ve çoğunlukla çaresizlik içinde seyrediyorum. Neler oluyor bize. Bizi bu kadar ayrı düşüren küstüren düşman eden ne. Savaş meydanlarında, yaralı, kaybetmiş onuru incinmiş erkekleri düşünüyorum. Kadınları düşünüyorum ataerkil sistem içinde aşağılanmış, eziyet edilmiş, taciz edilmiş katledilmiş. Medeniyet dediğimiz sürecin üzerimizde bıraktığı derin travmaları ve izlerini düşünüyorum. Yaralar nasıl sarılacak. Bir gün bu iki cins birbirlerinin kurtuluşu için ne yapacak? Ya da yapmaya gönüllü mü?… yara kanıyor her geçen gün daha derin ve daha koyu… Kangrenle kayıp mı edeceğiz. Bir mucizemi olacak. Bu gidişe tanrımı dur diyecek biz mi bir şeyler yapacağız ya da simurgu mu bekleyeceği?
Biz Kadınlar neyi Kutluyoruz Kadınlar gününde. Eski yaralarımızın gurur nişanlarını mı. Neyi kutluyoruz erkeklerinden elinden kurtarmaya çalıştığımız kadınlığımızı mı. Neyi kutluyoruz biz? Kanıyoruz yaşasın!… onlarda Beter olsunlar mı… neyi
Kadın işçiler ve emekçiler söylemli bir grup, kadının elinden tüm dişiliğini renkliliğini süsünü püsünü alıp yavan aynileşmiş ve kızgın, neredeyse erkekleşmiş bir kadın portresi sunarken, yeni dönem dişi güç uyanıyor söylemli bazıları ise, kulağa ve içe hoş gelen renkli fırfırlı süslü püslü erotik gizemli ancak tam da anlaşılamayan bir tanrıçanın varlığının keşfi için bizi yüreklendirerek bir fantazmanın içine çekecekler bu sekiz martta yine.
Peki ama bunlardan hangisi kadın olmak. Nasıl keşfedeceğiz biz o tanrıçayı? neremizde saklı? var oluşumuzun hangi elementi hangi gerçekliğimizle onu görünür kılacak. Ve paylaşılan resimlere bakacağız ki bu tanrıçalar hep bir tanrının varlığını da mecbur kılacak ve bizlerde yine o tanrıçanın peşinde eşimiz olacak erkekten tanrılık bekleyeceğiz.
Bir erkekle ( yaralı bir erkekle) bir kadın olarak ( yaralı bir kadın) insan olmanın eksikliğinde buluşabileceğimiz ortak bir yenilgi anımız olmayacak mı. Medeniyet bize hiç mi masumiyet hakkı tanımayacak, iki cinsin birbirine gönüllü yenildiği, haklılık haksızlık ve yenilgilerin ötesinde her şeyinde ötesinde bir yerde iki göz, iki kalp, iki ruh buluşamayacak mıyız…
İçim acıyor. Dünya kadınlar günü bana iki cins arasındaki talihsiz yırtıcı parçalayıcı küskünlüğü ve bu küskünlüğün ruhlara açtığı derin has(r)etleri, yalnızlık yaralarını hatırlatıyor. Kutlama yerine, kendi kadınlığımın da üstüne çöken bir matem bir yas günü, ruhlarımız arasındaki askın dostluğun yakınlığın masumiyetin ölüm yıldönümü gibi.
Kendime soruyorum bu sekiz mart kendi kadınlığımın köklerine doğru yolculuğa çıkabilecek miyim. Kendi yaralarım için, atalarının hatalarının bedelini benimle beraber ödeyen yorgun erkeğimi suçlayıp onu kendi yaraları içinde ölüme terk edecek miyim. Hangimizin öfkesi daha önce sinecek ve öfkelerimiz dinince hala yaşanabilecek bir hayat bırakmış olacak mıyız birbirimize ve çocuklarımıza…
Ben tüm bunları soruyorum ve tüm kız kardeşlerim sizleri de bana katılmaya çağırıyorum. Büyük büyük büyük annelerimizin yanında saygı, mutluluk, eşitlik ve bilgelikle yürüyen büyük büyük büyük babalarımızın mutlaka bıraktığı bir iz olmalı biz torunlarına. Kadın ve erkek olmanın ne demek olduğunun düşünülmediği sadece olunduğu bir zamana ait bir hatıra bir his. Savaştan ve karanlıktan önce ve hatta belki de adem ile havva cennetteyken ait bile olsa bir yerde. Bir yerde eminim ruhumuzun bedenimizin DNA’mızın içinde bir yerde bir an, bir zaman, bir doku, bir anı kayıtlı olmalı. Kendi içimizde onu bulmak için yola koyulalım Çok geç olmadan…