Feminist yaklaşım her zaman ilgimi çekmiştir. Hem bu yaklaşıma, hem de bu yaklaşımı benimseyen kadınlara dikkatli bir şekilde bakmaya çalışıyorum.
Feminen enerjiyi kadın formunda ifade ediyorlar. Aslında feminen ve maskülen enerji, cinsel kimliğimizden bağımsız olarak barındırdığımız enerji grupları. Ancak, feminizm gerçeğini, kimse erkek yapısı üzerinden anlatamadı. Gerçi bu, bilinen bir bilgi de değil.
Feminizm adı altında kadınlara, kadınlar tarafından tuzak kuruluyor. Söz haklarının olması, erkeklerle eşit haklara sahip olmaları ve özgür bir birey olarak yaşamaları gerçeği en fazla gündeme getirilenler. Bu durumun ifadesi için de çeşitli eylemler gerçekleştiriliyor. Yürüyüşler, yasa eleştirileri-protestoları; kimi zaman kanunlarla elde edilen kısmi haklar dışında ciddi bir durum söz konusu değil.
Erkekler feminist olabilir mi?
Belki önce, kavramın tanımı üzerinde durmalıyız. Sadece kadınlar mı feminist olabilir. Aslında tanım, iki cins arasındaki eşitsizliğin kaldırılması üzerine kurgulanmalıdır. Ancak, toplum içindeki durum nedeniyle, erkekler bu durumu anlamakta güçlük çekiyorlar. Bir kavram karmaşası söz konusu. Bana göre erkeklerin feminist olması için çalışmalar yapılmalıdır. Onlarda eksik olan bilinç, dişil enerjidir. Farkında olamadıkları bu enerji onlara anneleri tarafından aktarılmamıştır. Sadece büyütülmüş ve topluma erkek adam olarak yetiştirilmişlerdir.
Bir erkek, annesini doğuran, yetiştiren ve eğiten biri olarak görür. Kendi dişili olduğunu düşünmez, en büyük darbeyi de buradan alır. Oysa anne enerjisi, yaratıcılık demektir. İnsanın kendisinden şüphe duymaksızın, inançla güven duymasıdır. Kendini güvenli alanda hissetmektir. Gelecek korkusu duymamaktır. Alma verme dengesinde olmaktır. Şefkat ve sevgi demektir. Ancak anneler de kendi yaratıcılıklarının farkında olamazlar. Sadece kadınsı kalmayı bilirler. Bu da onları, dengesiz eril enerji dediğimiz farklı bir frekansta tutar. Çoğu kadın (istisnalar hariç) kendi hayatını kazanma, erkeklerle eşit olmama bilincinden uzak yetiştirildikleri için; dürtüleri yüzünden üretmek yerine tüketmeyi esas almak zorunda bırakılmışlardır. Oysa eşitlik değil, “dişil üstünlük” vardır. Ama bu kadın olmak anlamında katiyen anlaşılmamalıdır.
Bir erkek annesini çocukluğu boyunca mutlu edemediyse, varlığının annesine yetmediğini düşünerek yaşadıysa; daha sonraki dönemlerinde bir kadını mutlu edebilmek adına, öfkeli ve sevgisiz kadınları hayatına çekecektir. Geçmişindeki eril annelerini dişile dönüştüremeyenler, geleceğindeki kadınlara bunu yapmaya çalışacaktır. Elbette derinlerdeki yaralarının farkına varamayıp, bunları saramadıkları için her seferinde ters tepecektir. Erkek, içindeki öfkeli ve sevgisiz kadını, dışarıdaki kadınla yaratarak; şiddet, aldatma, baskı, yargı, kontrol , hükmetme gibi yetiler geliştirecektir. Aslında geçmişindeki anneyle hesaplaşıp, bunu eşleri, sevgilileri aracılığıyla yaptıklarını bilemeden; kendilerini çözemeden yaşayacaklardır.
Görüldüğü gibi, feminen enerji feminist akımı doğurduğu gibi; dengesiz eril enerjiyi de tetikleyerek, kadın- erkek herkesi tuzağa düşürüyor. Kadınların yetiştirdikleri erkeklere feminist enerjiyi anlatamazsınız, aktaramazsınız. Erkeklerin evlendiği kadınları feminist enerjiyle eşit konuma getiremezsiniz. Bunu kabul ettiremezseniz, uygun davranmayan bir kadın olarak illüzyon konumuna düşersiniz.
Dişil olmak ne demektir?
Dişil olmak, kendi özünü fark etmenin sırrıdır. O erkekte ve kadında aynı olan enerjidir. En üst bilinçtir ve kutsaldır. Kendini sevgiye açamayan her varlık, dengesiz bir eril enerjiyle yaşamaya mahkumdur.
Bu durumda, kendi kadınlığını onurlandırmayan her kadın yaralıdır ve yetiştirdiği çocuklarına da bunu aktarır. Kadın, kendi örtüsünü kendi yaratır. Kendi özgürlüğünü kendi kısıtlar. Vasıfsız ve işe yaramaz hisseder ve bunu öfkeyle dışa vurur. Yaralıdır kadın. Eksik bir parçası vardır. Bir kadın bedeninde olmasına rağmen eril enerjiyle beslenir. Özünden haberi yoktur. Tanrı’nın dişil titreşimini fark edemez. Çocuklarını kaybeden anne nasıl hayata küserse, özü de çocuğunu kaybetmiş gibi kapanmıştır. Bu yüzden kendini sevemez; değersizlik ve yetersizlik onu parçalar ve çoklu kişilik bozukluğuna kadar götürebilir. Kimliğini arar ve her seferinde duvara çarpar. Erkek olmak ister, çünkü gücü bununla elde edeceğini zanneder. Erkek gibi konuşur, küfür eder, giyinir, akıl oyunları oynar, erkek dünyasında kabul görmek için onlar gibi düşünmeye başlar.
Ya da kadın olmaktan başka bir şey bilemez ve evdeki erkeğinin hükmüne girerek kendini saklar. Bağımlılık geliştirir, sevilmeyi bekler, onurlandırılmak ve kabul görmek için dışarıdan beslenmeye başlar.
Her ikisi de doğru değildir. Kadın olmak bir sanattır. Kendini keşfetmektir. Kadın kendini keşfettiğinde, erkekte de feminist enerji, dişil tarafının olduğu bilinci açılacaktır.
Dişil enerji nasıl açılacak?
Feminen enerjiyi aktarmak kadınların işidir. Kadın kendi içinde dişilini şifalandırmadığı sürece bir arpa boyu yol alınmaz.
Kısaca, eril hakim dünyaya feminizm aşılanamaz. Dişil dünyanın sırlarına uyanan kadınları bilinçlendirerek dengesiz erillerini fark etmeleri sağlamanın dışında, bana göre bir çözüm olmayacaktır.
Erkeklere kızarak, öfkelenerek feminizm ortaya çıkmaz. Kadının gücünü eril enerjiye çevirerek de dünya dengeye gelemez.
Kadın hakları dedikçe farkında olmadan haksızlığı yüceltiyoruz. Mağdur ve güçsüz rollerimizi savunmaya kalkıyoruz. Buraya kadar sabırla okuduysan seni tebrik ederim. Şimdi biraz enerjiyi yükseltelim ve bitirelim.
Tasavvuf nasıl bakar?
Feminist olmak, kadınların erkeklerden üstünlüğünü kanıtlamak için mücadele etme durumu değildir. Bu, tüm kadim öğretilerin en önemli sırrıdır. Dişilin sırrı, bu alemi görünür ve bilinir kılma enerjisiyle yaratmıştır. Kendisi görünmez, eril bunu görünür yapandır. Temel olarak, dişilin görünüşü erilin kabiliyetiyle olur. Buna örnek verecek olursak eğer; bir şey meydana gelmeden önce bunun tüm bilgisi dişildir ve meydana geldiği andaki görünüşü de erilledir. Bu yüzden tasavvuf öğretisi Allah denen latif manayı şöyle açıklar; evvel – öncesi (dişil) ahir – sonrası (eril) zahir – görünen (eril) batın – görünmeyen (dişil) Ben’im.
Özetle : “Evvel- ahir- zahir- batın Ben’im”
Görünen o ki; her şey zaten Ben’imindir. Bu ayrımsız bir eril – dişil bütünleşmesidir…
Sonuç olarak; Sevgili feministler!
Neden kendi özünü fark etmeden, tanrısalın dişil titreşimini savunmaya kalkıyorsun? Evren – kaynak – ruh – ışık dişildir zaten. Eğer amacın kadını yüceltmekse erkeklere kızarak bunu yapamazsın. Doğurduğun varlığa aşıyı önce yapacaksın ki; hastalanmasın. Sen şimdi hasta çocuğa aşı yapmaya kalkıyorsun. Ya da hastalandığı için onu dövüyorsun. Kadınlar ve erkekler evrensel bir oyunun oyun kurucularıdır. İçlerindeki dişili hatırlamak için buradadırlar. Yaratanın suretlerinden başka bir şey olmadıklarını ve aynı ona benzediklerinin farkında olmayı hatırladıklarında aydınlanma olacaktır. Tek vücut, aşk ve sevgi burada başlayacaktır.
Söylemlerin içinde bu duygu yokken, “kadın adamlar” yarattığının farkına varamazsan eğer; bu akım çok iyi bildiğin kelimeye bürünerek örtünün altında kalmaya devam edecektir..
Ve de öyledir…
Bence kadın ve erkek “biz eşitiz,” “yok değiliz” kavgasına girmeden önce, Yaradan’ın fiziksel varoluş boyutunda bütün canlılarda – ki bildiğim kadarıyla iki cinsiyeti bünyesinde barındıran birkaç istisna dışında bütün doğada bu bir kural – iki cinsiyet yaratmasının bir nedeni olduğunu anlamalı ve kabul etmeli. Ben O’nun bizi yaratırken ya da iki cinsiyete “bölerken” bunu birbirimizle sürekli kavga edelim, didişelim diye yaptığını sanmıyorum. Tam aksine, kadın ve erkek olması gereken, oynamaları gereken rolleri tam olarak oynadığında, “sen-ben” kavgasını bırakıp “biz” olabildiğinde, birbirini sevmenin birbirini sahiplenmek anlamına gelmediğini anladığında, o zaman neden iki parçanın bir takım olması gerektiğini de anlayacak. Feminizmi kimisi kadının üstünlüğü diye savunuyor, kimisi eşitlik diyor. İkisinin de yanlış bir algı olduğunu düşünüyorum. Üstünlük ya da eşitlik diye bir şey yok. İki parçanın da bir bütün olabilmek için birbirine ihtiyaç duyması diye bir şey var. Ayrıca, aile kavramını sonuna kadar savunmakla birlikte, modern evlilik anlayışının da bu farkındalığa ulaşma yolculuğunda önemli bir engel oluşturduğunu düşünüyorum.