Geçen ay yalnızlık algısının hayatımızda yarattığı sonuçlardan ve tek başınalık halinin neye benziyor olabileceğinden söz etmiştik. Spirali hatırlıyorsun değil mi? Bir alttaki anlayış düzeyinden bir üsttekine dairesel hareketlerle ilerleyen yolculuğu biliyorsun. İşte bulunduğun spiral döngüsünde o döngüye dair yalnızlık algısı ile yola çıkıp o döngüde yaşanabilecek nihai TEK Başınalık algısında tamamlanıyor ve üst frekansa geçiyorduk. Bunu yaparken “Ben” algısını yaratan dikkatimiz dıştan içe dönüyordu. Dışarıda seyrettiğimiz evren meğerse içimizdeymiş.
“Ben” algısı derken sadece fiziki bedenden söz edersek işin içinden çıkamayız. Bizim enerji beden yani aura katmanlarımız da var.
Sana auradan kısacık söz edeyim.
Vikipedi’deki tanımlama şöyle : “Aura: Paranormal veya Tinsel anlamda kullanılan bir terim olup, canlıların bedenlerinden yayıldığı varsayılan ışınımla oluşan ve gitgide yayılan tesir kuşakları tarzında kendini gösterdiği iddia edilen elektromanyetik alana verilen addır.”
Makul anlatmış.
Ama;
“Acaba aura mı bedenden yayılan ışımadır yoksa beden mi auranın yoğuşmasıdır?” diye düşünülseydi eğer, Vikipedi ile sonuna kadar müzakere ederdim. Hatta auranın dünyada var olmak için araç olarak bedeni kullanan ruh olduğunu söyleyenler de gayet haklı olabilirler. Aura senin “sen” olduğun enerji alanıdır, canındır. Beden ise o enerji alanının yoğuşup madde halini almış kısmı gibidir. Beden biraz buharın – su – buz gibi olmasına benzerken biraz da içine bindiğin araba gibidir. Sana “sen” dediğim her defasında seni tüm enerji alanın olarak ele alıyorum. Et kemikten söz edeceksek beden diyorum.
Aslında;
Auramız ÖZ ya da evren diye tanımlanan bütünselliğin “ben algısını” yarattığı haldir. Bizi “var” eden düşüncenin ilksel ifadesidir. Kuantum gözlemcinin ilk var olma niyetidir. Yani, enerji bedenimiz, bizim can ya da ruhumuzdur. Can bedenden çıktı dendiğinde, ölüm halinde, fiziki bedenin içinden ve çevresinden enerjimizi çekmişiz demektir. 90 yıl yaşamış ve çürümemiş olan et ve kemik öldüğünde birkaç gün içinde çürüyecektir. Çünkü artık onu kullanan, bedene var olma amacını veren “can” oradan gitmiştir. Biz öldüğümüzde enerji bedenimizle ruhsal aleme geçerek, sonsuz varlığımızın farklı bir halini orada devam ettiriyor oluruz.
Bak burada birkaç Kirlian fotoğrafı örneği var. Çevrendeki enerji yayılımının resmi çekildiğinde böyle görünüyorsun.
Gündelik hayatımızı yaşarken auramız anlık duygu ve düşüncelerimize göre sürekli şekil ve renk değiştiren, dalgalanıp hareket eden dinamik bir yapıya sahiptir.
İlişkilerimizdeki genel davranış alışkanlıklarımız auramızda çoğu zaman yerleşik bir hale sebep oluyor. Aura sürekli tekrar eden düşünceler nedeniyle bazen bir yana torbalanıyor mesela ya da alttan alta kesintisiz var olan bir duygu aurada yırtıklara, deliklere sebep oluyor. Ve bu özellik yerleşik hale gelince kişiliğimiz, yaşam kalıbımız, kaderimiz halini alıyor. Bu durumu aşağıdaki aura örnekleri üzerinden inceleyelim. Yataydan beslenmenin yani birbirimizin enerjisini soğurarak hayatta kalmaya çalışmanın binbir türlü hali var. İşte bu hallerin tek sebebi yalnızlık algısı. Eğer tek başınalığımızı idrak edersek dikeyden, kendi kaynağımızdan beslenir ve mükemmel birer ışıklı yumurta olurduk. Ne ki çoğumuz çoğu vakit yataya meyletmeye alışığız. Aşağıdaki örnekler istisnasız hepimiz için geçerli.
Hepimiz için istisnasız geçerli olan bir diğer şey ise şu : Eğer gerçekten istersek durumu düzeltiriz. Yırtıklar delikler yamanır ve torbalanmalar düzelir. Her şey senin hayat içindeki duruşuna ve o anda ne düşünüp ne hissettiğini fark edip kendi gücüne sahip çıkmana bağlı.
Şimdi yalnızlık ve tek başınalığı nasıl yaşadığımıza dair örnek çizimlerin üzerinden gidelim;
A. Tek başınalık halini yaşayanların, dikeyden beslenenlerin aura tipi. Teorik modelleme ya da mükemmel ışıklı yumurta.
Bu örnek hakikati idrak etmiş, şimdi – burada mevcut bir insanın nasıl olduğunu gösteriyor. Ruhsal ve fiziksel yönden sağlıklı insan, ışıklı bir yumurta şeklinde ve parlaktır. Tam ve bütün varlığımız pürüzsüz, parlak ve sadece kendisiyle doludur. Fiziki beden bu yumurtanın ortasında daha sert bir yapı olarak görünür. Sanki yumurtanın sarısı gibi 😊
Duru görürler açısından, merkezlenmek, anda olmak, duygusal kancalardan temizlenmiş olmak, kendini bilmek, kendini kabul etmek gibi kavramların görsel etkisi, burada görüldüğü gibi berrak, sağa sola kaykılmamış ve kendi bütünselliği içinde tam dengede parlamaktır. Böyle bir kişi yataydan hiç kimsenin enerjisine, onayına ihtiyaç duymaz. O tek başınalığında tamamdır.
Yukarıdaki aura resmi, hepimizin yaşadığı dünya hallerinde sabitlenmesi neredeyse olanaksız, idealin ne olduğunu gösteren bir imgelem olarak aklımızda dursun. İlle de böyle olmak zorunda değiliz. Zaten kendimizi zorladığımız ya da kontrol etmeye kalktığımız her durumda auramız deforme olur. Beden dilinle, kelimelerinle “mış gibi” rol kesebilirsin ama auran asla yalan söylemez. Tek başınalığını yaşamaya başladıkça sen daha çok auranın merkezinde ve kancasız olacaksın. Daha çok sahici olduğunda daha çok kendin gibi olacaksın ve daha çok parlayacaksın.
B. Yalnızlık algısındaki, kendine kabulsüz, kendinden kaçan kişilerde aura tiplemeleri. Travmatik insanlar. Deforme auralar.
Buradaki üç aura modellemesi yalnızlık korkusu nedeniyle kendisinden kaçarken oraya buraya kaykılanları gösteriyor. İşte kendinden ne kadar kaçarsan kaç sonuçta bir torbalanmalık mesafeye gidiyorsun. Fazla uzağa gitsen bedenin cansız kalır. Bu tip auralar hepimizde zaman zaman görülebilir, geçici olabilir ama biz burada kronikleşmiş olanları konuşuyoruz.
Bu resimdeki modelin enerji bedeni arkaya doğru torbalanmıştır. Beden sanki arkadan gelen bir darbeye karşı öne çıkıp aurasını arkaya kalkan yapmıştır. Bu tipler genel olarak geçmişine takılı kalmış, çözümlenememiş olayları devamlı zihninde evirip çeviren kişilerdir. Şu anda ne yaşadığının farkına nadiren varır. Hep geçmişi konuşur, düşünür. Yaşadığı travma her ne idiyse tüm hayatını o yönetir. Şu anda yaşadıklarını geçmişte yaşadığı olayları referans alarak değerlendirir.
Yeniliklere açık değildir. Düşünceleri geçmişte takılı olduğu için enerjisi, geçmişi temsil eden bedenin arka kısmında torbalanmıştır ve bulunduğu anda kendisini güvende hissedemez. Çünkü enerji daima düşünceyi izler. Düşüncesi ve enerjisi geride kalmıştır. Öte yandan gelecekten o kadar korkmaktadır ki hatıralarına takılıp kalarak aslında onların içinde saklanmaktadır.
Böylece geleceğin belirsizliğinden kaçıp, geçmişin bilindik korkularına ve alışkanlıklarına diri diri gömülür.
Buradaki model geçmişten kaçar ama gelecekten de endişe duyar.
Belirsizlikler onu çok korkutur. Gelecek tehlikelerden korunmak için koruyucu önlemler almayı ister.
Kafasında geleceğe dair planlar ve hesaplar vardır. Enerjisi de bu isteğe cevap verircesine kalkan gibi önünde torbalanır.
Hayatı güzel kılacak her şey gelecekte bir gün gerçekleşsin diye bekler durur. Bu nedenle, şu andaki güzellikleri yaşayamaz.
Sanki bugün şükredecek tek bir şey yokmuş gibi, iyimser bir maske takar ve “yarın çok güzel olacak” der.
Oysa bir Çin atasözü der ki, “Dün bitti, yarın henüz yok, sadece şimdi var.”
Bu uçucu model kendisini yüksek ideallere ya da sanal gerçeklere adamıştır. Dünyadan kaçıp uhrevi alemlerde huzur arayası vardır veya memleketi ya da dünyayı kurtarmaya karar verip, kendisini çok büyük amaçlara adayarak kendisinden kaçmaktadır. Muhtemelen fedakardır. Toprağa teması olamadığı için idealleri hiçbir zaman gerçekleşmez. İdeallerini duygusal uçlarda yaşar.. Bu tip aurası olan kişi spiritüel bilgiyle ilk tanıştığında hemen “Kimler yıldız tohumu?”, “Sen Sirius’lusun, ben Pleaides’liyim, şu da Orion’luymuş.” konularına çekilir. Yeniçağ bilgilerinde çokça söz edilen “yükseliş” kavramı, onun için, maddi dünyadan kurtulmak demektir. Yükselişin, titreşim yükselişi ve algıların genişlemesi demek olduğunu anlatırsanız, buz gibi bakar ve sizi dinlemez. O yükselince, farklı bir yıldızın vatandaşı olacaktır. Dünya nimetleri ile işi yok gibidir. Bedensel ihtiyaçlar, haz falan iğrençtir ama bedeni ölecek diye de ödü kopar. O sebeple ne uçup gidebilmekte ne de dünyaya temas edebilmektedir. Böylece her günü arafta geçirip nefsini yok etmeye uğraşır durur.
Her şey bu üç tipin başına gelir. Off, zor yani. Şimdi farz edelim ki bunlardan ikisini hayat bir araya getirmiş olsun. İş daha ilginçleşir. Bunların arasında arkadaşlıklar, aşklar, bildiğin her ilişki modeli yaşanır ve çoğu zaman aşağıdakilerden bir ya da birkaç tanesini içeren senaryolar oynanır.
C. İlişkilerde aura tiplemeleri
- Kendisinden kaçarken bir başkasına tutulanlar. Bağımlı ilişki modelleri. Enerji vampirliği. Kancalanmalar.
Bu resimleri incelerken lütfen, geçen ay konuştuğumuz yalnızlık ve tek başınalık arası farkları hatırlayalım. Dışarıda kimsenin olmadığını ve içimizin dışımızı oluşturduğunu aklımızın bir köşesinde tutalım. Biz içimizde kendimizi yargılamıyorsak ve kendi gücümüze, seçimlerimize sahip çıkıyorsak hiçbir enerji vampiri bize yanaşamaz. Kendimizi bilmezsek, kendi merkezimizde kalmazsak bu tip şeyler yaşarız. Kendimizi tedavi edersek sahne ve partner değişir. Hatırlayalım, içimiz dışımıza yansıyor. Hayatımızdaki her şey bizim imzamızı taşır. Bu bazen bir gizli sapkınken bazen de üstattır. Ne ise o! Kendinle kavga etme gerisi toparlanır. Her şeyi sevgiye ve dengeye dönüştürecek gücümüz var. Dönüşümün ilk adımı, kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmektir.
Bu örnekte görülen simbiyotik bir ilişki modelidir. Aslında istisnasız hepimiz böyle bir ilişkinin içine doğarız. Yeni doğan bebek, altı aylık oluncaya kadar annesini ve kendisini bir tek canlı varlık olarak algılar. Anne ve yavrusu tek bir auraya sahip gibidirler. Belki de o nedenle, ilk sevgi deneyimimiz böyle olduğundan, sevgi denilince, içinde kaybolacağımız birisini ararız. Gözlemim odur ki içindeki çocuğu olgunlaştıramayanların sevgi beklentisi bu tipte oluyor. 50 yaşına geldiği halde annesiyle göbek bağı kesilmemiş olanlarımız vardır. Bu tip ilişkide rol alan tarafların kendilerine ait bireysel algıları ya da hisleri, kişisel görüşleri, öz tanımları yoktur. Birbirlerinin içinde kaybolmuşlardır. Karı-koca, ana-çocuk ilişkileri böyle olabilir. Güvenli alanları ortak oluşturulmuştur. Aslında son derece yakın ( ! ) görünen bu ilişki modeli, tipik bağımlılığı gösteriyor. Burada yalnızlıktan kaçabilmek ve güven duygusunu doyurmak için en büyük ödün verilmekte, kişi kendisini ilişkiye feda etmektedir. Kadınların daha çok ödün verdiğini sandığım bu model ilişkide partnerin baskın değer yargıları sizin de kimliğiniz haline gelmiştir. Ve partner, kendisini baskın kabul eden kişinin içinde kaybolarak kendi gücünde boğulur. Burada karşıt güçte iki enerji vampiri, ilişki oyununda berabere kalmışlardır veya birisi diğerini tamamen yutmuştur. Sonuçta ikisi birden aynı bağımlılıkta yok olmuşlardır.
Burada da tipik enerji vampirliği örnekleri görülmektedir. Zalim ve mazlum aynı dans pistinde dans etmektedir. Enerji vampiri ya doğrudan belli bir konuda hamle yapar ya da karşısındakinin tüm kişiliğine müdahale ederek tahakküm kurmaya çalışır. Öte yandan mazlum rolündeki kişi de vampirin dikkatini kendi üzerinde tutarak bir şekilde onun enerjisinden beslenmektedir. Pek çoğumuzda var olan duygusal, zihinsel takıntılar, yaşama dair korku ve endişeler bizi bu tip ilişkileri sürdürmemiz gerektiğine ikna edebilir.
Cinsel ilişkilerdeki tatmin-tatminsizlik oyunları, bir yaklaşıp bir uzaklaşmalar, nazlanmalar, edalar, cilveler genellikle ikinci çakra üzerinden oynanan itme çekme oyunlarıdır ve partnerin enerjisini emip yataydan beslenmeyi sağlar. Enerjiyi emmek için kanca atan kişi çoğu zaman bunu kasıtlı olarak da yapmıyor olabilir. Genelde onun bildiği ilişki modeli budur. Hatta “Kız Tavlamanın Bilmem Kaç Sırrı” diye bir kitap alsanız, o kitap aynen bunları tavsiye eder. Çünkü, itme-çekmeler bağımlılık yaratır ve bunların diğer adı aşk oyunudur. Adı üstünde oyun işte. Gizli sapkınların en sevdiği beslenme şekli budur. Önce gayet güzel, sevinç dolu bir ilişki başlatıp güven oluştururlar ve siz, hayatınızın sevgi deneyimini yaşadığınızı sanarak oyun alanına girdiğiniz andan itibaren itme çekmelerine başlarlar. Siz durumu fark edene kadar bağımlı olmuşsunuzdur bile. O ise, sizi limon gibi sıkıp tüketince arkasını dönüp gitmek isteyecektir. Bağımlılığınızın farkına varmazsanız ve geç kalırsanız fiziki hastalıklar ve aynadaki mutsuz bir yüz ile sönüp gitmeniz işten bile değildir. Bir kere bulaştıysanız içinden çıkabilmek için aylarca, yıllarca uğraşmanız gerekebilir. Eğer partnerinizde böylesi oyunbaz bir eğilim seziyorsanız hemen oradan uzaklaşın, arkanıza bakmayın bile. Yukarıdaki üç tane resmi inceleyin. Bunu yaşamak isteyip istemediğinize karar verin. Eğer bu kişi aile üyeniz ise işiniz daha zor. Annesi, babası ya da kardeşi ile bu bağı kurup da içinde tutsak olan çok kişi vardır.
Her türlü ilişki narin bir çiçek gibi uygun ortam, bol emek ve ilgi ister. Siz değerlisiniz bunu hatırlayın, emeğiniz, ilginiz, vaktiniz de değerli. Yukarıdaki gibi ilişkilere de emek vermek isteyebilirsiniz tabii. Seçimlerinizi ve sonuçlarını yaşamak en doğal hakkınız. Zaten belki de sırf seçimlerin sonuçlarını anlamak için geliyoruz şu dünyaya ama gene de arada bir durup şu soruları düşünmekte fayda var.
- Değer mi?
- Başka bir şey seçseydim hayatım nasıl olurdu*?
- Bu garip danstan öğreneceğim başka ne kaldı?
- Bu döngüden çıkmama benden başka engel var mı? O engeli oraya niye koydum?
- Bir sonraki tekamül adımım ne, nasıl olabilir?
2. Tek başınalık halinde yaşanan, idealize edilmiş ilişkide aura tipleri. Aşık ile maşuk mu desek? Ne desek?
Bu resimdeki temsili kişiler tamamen kendi içsel bütünlüklerinde ve şimdiki anda mevcutturlar. Görünen odur ki kurdukları tüm ilişkilerde son derece kararlı bir merkezlenme ve kendi mevcudiyetinde kalma hali vardır.. Duygusal kancaları ve salınımları yoktur. Buradaki ilişkide hayata tanıklık eden iki üstat varlık yan yana gelmiş gibi görünmektedir.
Senin tanıdığın kaç üstat var? Var mı? Nerede bu üstatlar? Aynaya bakarsan birisini görürsün belki.
Belki de dünya üstatların “Üstat olmasam nasıl olurdum?” diye merak edip cevabını öğrenmeye geldiği bir yerdir. Her birey üstatlığını içinde taşır ama ne kadar yaşar işte orası müphem. Sanki bu iki temassız varlığın ilişki modeli birazcık ütopik gibi. Ruh boyutunda anlaşıyorlar. Şahane ama insan dokunmak da istiyor a canım.
Buradaki ilişki modellemesi çok daha olası, çok daha uygulanabilir ve bu dünyaya ait gibi görünüyor. Burada kendi bütünlüğünde duran ve kendini yek diğerinde kaybetmeyen iki bağımsız kişi var. Sadece alt çakralarda değil tüm düzeylerde taraflar birbirine açık. Çekim yaşadığınız kişi ile dost, ahbap olabiliyorsanız, hayatın iniş çıkışlarını gülerek paylaşabiliyorsanız bu ilişkiye emek harcamaya değer. Bu ilişkiyi korumak için, çiçeklenmesi için kalbinizi açıp ortaya koyun. Resimdeki örnekte iletişim yolları tesis edilmiş ama kanca yok. Yani üstünlük taslama, gelecek korkusu, geçmiş yeminlere saplanmak, karşıdan beklenti, kıyaslama, sahiplenme, ketleme yok. Hepsinden önemlisi, SINERJI var yani normal büyüklükte iki aura bir araya geldiğinde yarattıkları etkileşim ile yeni bir ortak alan kuruluyor ve tek bir kişinin yaratabileceğinden çok daha geniş bir enerji kapasitesi oluşuyor.
İşin sırrı biraz paradoksal; kendi auramızın yumurta benzeri seklini kaybetmez, merkezimizde kalırsak; karşımızdakinin kendi bütünlüğüne ve merkezlenmesine de saygı gösterirsek iletişim sağlıklı olur. Karşımızdaki adına düşünmeyi bıraktığımızda, varsayımlarla beynimizi çürütmediğimizde yol birlikte yürünür. İlişkiyi sevgi ile beslemek ile ödün vermek arasındaki çok ince çizgide farkındalıkla durabilmek çok önemli. Sakın ödün vermeyi ve “feda-kar”lığı sevgi ile karıştırmayasın.
Özetle : Eğer münzevi değilsek tüm hayatımız değişik türden ilişkiler çerçevesinde yaşanacaktır. Ana-baba-kardeş-evlat-eş-meslektaş herkesle bir şekilde bağ kurarız. Yukarıdaki modellemeler tüm hayat boyu her çeşit iletişimde yaşanabilir. Bunlardan “tek başınalığımızı” öğrenmemiz gerekir. . Tüm hayat nefes ve ilişkiler üzerine kuruludur.
Ve geçen yazıda sorduğumuz soruyu yeniden soralım. Eğer sahiden tek başınaysan ilişki kurduğun kim?
Not : Bu yazıdaki çizimler (http://www.the-auras-expert.com/aura-.html) ve (http://www.1lovespirit.com/love-and-relationship-articles.html ) sitelerinden kopyalanmıştır. Yaratıcılarına teşekkür ederim.