Sevgi Nedir?

Sevgi; herkesin bir şekilde hal olarak deneyimlediği ve belkide bu yüzden en kolay tanımını yapabileceğini sandığı bir kavram. Oysa içine girdiğinde hiç de öyle görünmüyor.

Sevgi bir kalıba sığdırılabilecek gibi değil. Çok katlı bir binanın her katında ki manzaranın değiştiği gibi insanın sahip olduğu bilinç katmanına göre de sevgi farklı algılanarak deneyimlenir.

Bende şimdi sevgiyi tanımlamaya çalışacağım ama bunun mevcut bilincimin bende yaptığı açılım kadar olacağını biliyorum.

Sevgi ama ne sevgisi? Sevgi adı altında her şeyi kucaklamış insanoğlu. Karşı cinse duyulan sevgi, ebeveyn sevgisi, evlat sevgisi, insan sevgisi, doğa ve hayvan sevgisi, ilahi sevgi. Sevgi nasıl bir şey ki? Neden başlar neden biter ? Neye ne kadar nasıl neden sevgi duyulur? Sevgi bir duygu mudur yoksa bir hal midir? Bilmiyorum …

Sevgiyi önce ne sandığımızla başlayalım ki bize sevgi adı altında neyin dayatıldığını ve bu dayatılan ile de bizim yaşamı nasıl şekillendirdiğimizi görelim.

Aslında sevgiyi çoğu kez egomuzu tatmin aracı olarak kullanmışız .Sevgi olmayan şeyleri hayatımıza daha kolay yerleştirebilmek için sevgi eylemlerimize kılıf olmuş. Mesela ” Ya benim olacaksın ya kara toprağın. ” diyen birinin hissettiği sevgi midir? Sevgi kendi ile beraber yanında sahiplenme duygusunu getiriyorsa sevginin altında kamufle edilene bakmak lazım. Bir seven ve bir de bu sevgiyi kabul etmeyen varsa ortada dolanan şey gerçekten sevgi midir? Bu soru şimdilik cebimizde dursun.

Sevginin yine ilişkilerdeki yansıması ile devam edelim. Erkek ve kadın birbirini sevdi ve birliktelik başladı. İki gönül bir olunca samanlık çoğu zaman seyran olmuyor. Biri diğerini değiştirmeye yada onun üzerinde hükmetmeye kalkıyor, sevdiğini kendileştirmeye çalışıyor. İnsan birini olduğu hali ile sevdiyse kabul ettiyse neden sonrasında değiştirme ihtiyacı duyar? Yoksa beğeni sevgi olarak algılanıp sevilen sonra mı gerçekten sevilecek şekle sokulmaya çalışılıyor? Aslında burada gerçek sevgi yok sevgi egosal benliğe göre inşa edilmeye çalışılınıyor.

Buraya kadar iki karşı cinsin sevgisi üzerinden gittik. Şimdi anne sevgisine bir göz atalım en kutsalı olarak bilinen. Mecburen genelleme yaparak devam edeceğim. Mesela anneler en çok kendi doğurduğunu severler değil mi? Kendi çocukları arasında da kız ve erkek ayırımının yapıldığına bir çok kez şahit olmuşuzdur. Bunu eleştirmek adına söylemiyorum. Sevgi adına bize dayatılan egosal tortuların içimize nasıl işlediğini yüzyıllarca da bunun nasıl süregeldiğini göstermek niyetim. Sevgi dediğimiz şeyin içine neler katmışız meğer. Benim çocuğum en başarılı, en güzel benim kızım, en akıllı benim oğlum diye ayıran bölen bir duygu sevgi olabilir mi?

Sevdiğimizden çok emin olduğumuz çocuklarımızdan kendimiz gibi olmalarını hatta çoğu zaman kendimizin olamadığı şeyleri de isteriz. Güya onları bu kadar çok severken aynen eşlerimize arkadaşlarımıza yaptığımız gibi onlarıda beklentilerimiz doğrultusunda değiştirmeye çalışırız. Bir de bu taleplerimizin üzerine güzel bir kılıf giydiririz ” çocuklarımızın iyiliği için” . Onlara bizden öncekilerin bize dayattığı hatta bunların içerisinde canımızı çok yakanları da dahil ısrarla enjekte devam ederiz. Çünkü mutluluğun başarıda, makam mevkide, ekonomik güçte olduğuna inanırız. Oysa yaşam böyle olmadığını hem kendi yaşamımızda hemde dış dünyamızda o kadar net göstermektedir ki. Sadece inanmak istemeyiz. Bir heykeltraş edası ile sevileni şekillendirmek isteyen şey sevgi olabilir mi?

Çocuklar büyüdükçe korku kaygı artar. Hayatına biri girerse, birini severse başarısını belkide en önemlisi ebeveyn kontrolünü bu ilişki engellerse. Daha da kötüsü dinimize, mezhebimize, siyasi görüşümüze, değer yargılarımıza uymazsa ne yaparız, el alem ne der? Ya evleneceği kişi çocuğumuzu bizden uzaklaştırırsa. O kadar okuttuk emek sarf ettik daha üç kuruşunu yemek nasip olmadan bu ne acele. Neden böyle hissediyoruz ?Çünkü onları çok ama çok seviyoruz. Sevgide korku tereddüt beklenti var mıdır?

Aslında burada sevgi adı altında zanların içerisine doğan çocuğun kendi algıları ile kendi bilincini oluşturmasına kendi yetersizliğimiz ile müdahale ediyoruz. Kutsal bir inşanın kurulumuna kirli el izlerimizi bırakıyoruz. Sevgi bu mu?

Anne babalarımıza bir göz atalım madem ki sevgi adına bir sörf yapıyoruz onlara uğramadan olamaz. Hayatlarımıza müdahil olmadıkları, yanlışlarımızı yüzümüze vurmadıkları, kardeş ve cinsiyet ayırımı yapmadıkları, torunlarına baktıkları, ekonomik katkı sundukları, çok yaşlanıp elden ayaktan düşmedikleri sürece onlarıda seviyoruz.
Ya komşularımız onlarla nasıl aramız? Balkondan bir şey silkelemedikleri, gürültü yapmadıkları, binada hayvan beslemedikleri, çat kapı yapıp sık sık gelmedikleri sürece tabi ki onları da çok seviyoruz.

Çalışıyorsak iş yerinde ki arkadaşlarımızı seviyor muyuz? Bize iş yüklemedikleri, rapor almadıkları, çok çalışıp amirlere şirin görünmedikleri, laf söz dedikodu etmedikleri, yükselişimizde önümüzde engel olmadıkları ve bizden daha çok fazla sevilmedikleri sürece sürece onlarıda seviyoruz.

Yaptığımız işi seviyor muyuz? Bol kazançlı, daha az yorucu, eğlenceli, kariyeri varsa ve bunu güce dönüştürebiliyorsak seviyoruz.

Yaşadığımız şehri, doğayı, hayvanları seviyor muyuz? Bunlar içinde sevip sevmemek ile ilgili bir çok sebep üretebiliriz.

Birde radikal hayvan severlere bakalım. Neden onlara hayvan sever deniyor ki? Acaba en yoğun sevgiyi yaşamlarının diğer alanlarından çekeren bu sevgiyi odak noktası yaptıkları için mi? Bilmiyorum. Bildiğim birçoğunun insanlarla hep bir savaş halinde olduğu. Hayvan sevmeyen, binalarında hayvanlarını beslemelerine izin vermeyenlere kin nefret duyuyorlar. Herhangi bir şeye yoğunlaşan sevgi karşısında sevmediği bir kitle oluşturuyorsa buna sevgi diyebilir miyiz?

Şu ana kadar sevgi adı altında yaşamımızdan değişik kesitler sundum.
Daha fazla uzatmaya gerek yok aslında sevdiğimiz her şeye şart koymuşuz olmazsa olmazlarımız var. Sevgi alanımızda hep bir sebep sonuç ilişkisi var. Sevgi akan olan bir şey değil gibi hep keskin çizgilerle sınırlanmış. Sevgiye acı, korku, kaygı, beklenti, menfaat, tereddüt karışmış. Kim bilir belki de sevgi hiç açığa çıkamamış. Peki neden ?

Çünkü gönlümüz mühürlü gözümüz perdeli. Biz henüz kendimizi bilmiyoruz, kendimizi sevmiyoruz, kendimize değer vermiyoruz. Çok komik ama kendimizle henüz tanışmamışız.

Kendimize ait bir dünya kurgulayıp bu dünya içerisinde seyre dalmışız. Bu dünyayı kendimizle mayalamışız. Kokusu, rengi, deseni hep kendimizden. Bu dünya ben kokuyor da koku bana mı ait? Ben kimim? Üzerimde, bilincimde kimlerin el izleri var. Bir aileye doğmuşum, adım konulmuş, bu dilin bu dinin, bu değer yargıların, bu yanlış bu doğru, bu güzel bu çirkin denilmiş. Ne ye üzülüp neye sevineceğim, neye nasıl tepki vereceğim, nerede nasıl bir duruş sergileyeceğim bana örnekleri ile gösterilmiş. Bana benden öncekilerin yaşanmışlığı nakış gibi işlenmiş.

Ben aslında bana ait olmayan bu malzemelerle asıl beni gölgeleyen bir ben oluşturmuşum. Bu egosal benliği kendim sanarak büyüsüne kapılmışım. Ben benden açılan bir dünyayı bana ait olmayan yok hükmünde ki bir benlikle kurmuşum. Egosal benlikle kurulan bir illüzyon perdesinden seyir ediyorum dünyamı. Düşünüyorum, kararlar alıyorum yaşama akıyorum ve bunları yapanın kendim olduğunu sanıyorum. Olana bakıyorum ama olduğu gibi değil olduğum gibi görüyorum. Ben bana dayatılan ve benim de kabul ettiğim bir birikim üzerinde taht kuran zihnin kucağındayım.

Ben kendim gibi değil bana öğretildiği gibi yaşıyorum. Uğruna öleceğim bayrağım ülkem var, en üstün bir ırkın ferdiyim, dinim en doğru olan diğerleri hükmünü yitirmiş, en iyi partinin üyesiyim, en güzel futbol takımını tutuyorum, sahip olduğum değer yargılarım tartışılamaz, örf ve adetlerim vazgeçilemez nitelikte. Yaşadığım toplum çok önemli aykırı davrandığımda el alem ne der çok önemli bir husus. Namus çok önemli bunun için can verir can alırım.

Bunlar yaşama gerçeklik veren belli başlı dayatmalara basit birer örnek. Sayısız veri tabanı üzerinden yaşamımızı şekillendiriyoruz. Bu veri tabanının servis sorumlusu zihin buradan düşünce ve duyguyu yayınlayarak yaşadığımız her olayı ilişkiyi manalandırır. Ayırır, böler, ötekileştirir, özdeşleştirir, bağımlı yapar, sahiplendirir, eleştirir, yargılar… Bizden çıkan her tesirin temelinde bu manalar yatar. Aslında izlediğimiz dünya bu mana perdelerinin ardındadır. Adeta dışarıda iç dünyamızı seyir ederiz de haberimiz olmaz.

Neden anlattım bu mana perdesini? Konumuz sevgi değil mi? İşte tamda bam teli ne bu noktada basıyoruz. Ben hakikatimi, o saf sevgi hali olanı bu mana perdeleri ile örttüysem, zihin beni çepeçevre sarmış ve ben kendimi unutmuşsam, hayata bana ait olmayan aksine bana dayatılan bilgilerle bakıyorsam benden sevgi zuhur eder mi? Bir ışık kaynağının üzerine kalın bir çok örtüyü üst üste örtün ta ki dışarı ışık sızamayana kadar. Kendini bilmeyen bu karanlıkta zihnin kılavuzluğu ile hareket eder. Karanlığa o kadar alışır ki kendini bu zihin eşliğinde var ettiği egosal benlik zanneder. Yaşadığı tüm duygular öğretilmiş olanlardır. Adeta kendisinden öncekilerden devir aldığı ikinci el bir yaşamı sürdürür. Duyguların ne tavanı ne de tabanı bellidir her şey ya zirvede yada dipte yaşanır. Sevgi var mıdır ? Zihin ayırmada, bağımlı kılmada, sahiplenmede sevgiyi sadece bir araç olarak kullandırır. Yazının başında verdiğim örneklemelerde olduğu gibi. Sevginin açığa çıkması yada kalabilmesi için koşullara bağlayarak egosal benliği canlı tutar. İşte bu hakikatten gelen sevgi değildir. Kuzu postuna sarılmış bir kurt gibi. Ne zaman neye dönüşeceği belli değil.

Biz yıllarca kuzu postuna sarılmış bir sevgi ile yaşadık. Sevgi ile sahiplendik, sevgi ile bağımlı olduk, sevgi ile kıskandık, sevgi ile ayrıldık, sevgi ile dövdük, sevgi ile değiştirdik, sevgi ile ayırıp ötekileştirdik, sevgi ile tutsak ettik, sevgi ile öldürdük. Sevgi adı altında aslında hep sevgisizliği var ettik.

Neredeydi ve nasıldı sevgi? Ben zaten sevgiydim. Kocaman BİR Sevgi Okyanusunun bilincinde O’nun değişik oranlarda özelliklerini içimizde dürerek rüya alemine diğer damlalarla birlikte saçıldık. Rüya alemi ya burası, zaman var, mekan var, bizden öncekiler var, öğretilenler var. Okyanus kurguyu kurmuş bizede rolleri üstlenmek kalmış. Damla içinde dürülü olanı unutmuş rüyanın büyüsüne kapılmış. Yetmemiş rüya içerisinde bir rüyaya daha dalmış. O daldıkça neye tutunup ne ile özdeşleştiyse içinde dürülü olan da kat kat örtülmüş.

Damla Okyanus dışında Okyanus gibi olmayı dilemiş ama dileği bir düşmüş, düşüne düşünce değince zihnin kucağına düşmüş. Sevgi damlanın sinesine kendini gömmüş. Örtülerinin açılmasını beklemiş. Sızabildiği kadar perdeler arsından sızmaya çalışmış.

İşte insan egosal benliğinden Hakikatine uzanan yolda farkındalığa geçiş yapana kadar zihin ağırlıklı sevgi ile baş başa kalmış. Sevgiyi zihin yönlendirdiği için genel de sevgi dönmüş dolaşmış acıya dönüşmüş. Zihin sevgiyi sebep sonuç ilişkileri ile sunmuş. Sevgi bu rüya alemin de cennetin de cehenneminde kurulumunda ana kaynak olmuş.
Sınırsız ve sonsuz olanın rüyasında, dünya narkozu ile kendimizden geçmiş bir halde, egosal kimliğin büyüsünde, üstü kat kat örtülü bir Hakikatten damla damla sızan sevgiyi kontrolsüzce kullanıyoruz.

İnsan değişim ve dönüşümle şifalanıp egosal benliğini erittikçe Hakikatin üstündeki örtüler yavaş yavaş kalkacak ve orada öyle duran saf sevgi şuursal alanı aydınlatacak. Bilinç aydınlandığı alan kadar kendinden açılan dünyasını sevgi ile değiştirecek. Bu değişim her defasında seyirde ki manayı Hakikate yönelik değiştirecek.

Vücuttaki bir hücrenin kendini vücuttan ayrı zan edip diğer hücreleri de kendinden ayrı görüp vücudu yıllarca aradıktan sonra kendisinin vücuttan olduğunu anlayıp diğer hücrelerinde aynı bütünün içerisinde yer aldığını bilme haliyle birlikte ayrılık ilizyonunun kalkması ile bütünün enerjisini içerisinde kendi kimliğini bırakma hali dir SEVGİ.
Tüm duyguların bir zıttı vardır. Lakin Hakikatten açılan sevginin zıttı yoktur. Çünkü bu sevgi ancak zıtların BİR’liğinden sonra zuhur eder.

Sınırsız ve sonsuz kaynak olan Sevgi tek bir noktadan fakat mevcut bilincimiz filitresinden geçerek kendimizden açılan dünyamızda kendi yansımalarımıza bilinçaltı kayıtlarımızın gölgesinde kendimizden kendimize yaptığımız bir yayındır.

Sevgi bir şeye bir memnuniyet karşılığında akan bir duygu değildir. Sevgi OL’uş halidir. Kendini bilen Rabb’ini bilir. Rabb’ini bilen tekamül eder. Tekamül eden sevgi OL’ur.

Egosal benliği eritmek ve gerçek sevginin önündeki tüm duygu perdelerini kaldırmak nasibimiz OL’sun.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir