Eddi Anter ile tanışmam bir arkadaşımın ısrarla Kabile’yi mutlaka okumalısın sözleri ile başladı. Neymiş ki bu kadar özel kılan kitabı diye düşündüm. Ertelemeler değil de fırsat bulamadım almaya kitabı fakat algıda seçicilikten mi bilinmez her yer Eddi Anter sözleri ile dolmaya başladı. Her sözün altında Eddi Anter – Kabile yazıyordu. Kitabı almak farz oldu deyip bir kitapçıya girdim ve Kabile ile karşılaşma başladı, daha doğrusu Eddi Anter ile. Kitap bittiğinde şok olmuştum, bu kitap benim kitabım dedim, sözler düşünceler, akış, yolculuk ne varsa benim düşlediğim idi ve hepsi bir araya gelip kitaba doluşmuştu. Hemen Eddi Anter’i buldum ve dedim ki bu kitap benim… Hoş bir karşılaşma ve tanışma idi. Sonra benim için ikinci kitap olan İnkâr geldi…
Eddi ile sohbetler ilerlemeye başladı ve bir gün İstanbul ziyaretinde karşılaştık. Sonrasında ise Kesmeşeker çıktı ve ilk karşılaştığımız zamandan beri bir sözüm vardı, röportaj yapacaktım kendisiyle. Fakat kitaplarda, sözlerde o kadar derindi ki klasik bir röportaj yapmak Eddi için ve benim için sadece söz dizimi olacaktı. Bu yüzden söz değil yürek dizimi yapmaya karar verdim ve işte sorular ile cevaplar…
Sevgili Eddi yaşama ilk adım attığımız an ile başlıyoruz sohbetimize… İşte ilk kelimen
Doğum…
Her gün, günün her anı değişim ve gelişim ile yeniden başlayabilmek…
Doğum bizim bu yaşantımıza kendimizi teslim edişimizin ilk adımı ve hemen ardından gelen
Çocuk…
Söz konusu kendi çocuklarımsa, sahiplenme duygusu sınavlarım. Onlar için doğruların ne olduğunu onlardan daha iyi bildiğimi zannetmem ve onlar üzerinde kontrolümün olmadığını kabullenmem. Bağ, bağlılık ve bağımlılıklarımı gözden geçirten bebeklerim…
Çocuk varsa elbette anne ve baba vardır hayatımızda…
Anne ve Baba…
Kendi annem ve babamla ilgili olarak sadece geçmişim değil hem bugünüm hem de beni yarına taşıyacak olan kişilerdir; onların hayatıma kattığı değerler ve öğretilerle hareket ediyorum…
Büyüyoruz Eddi anne ve babanın himayesinden özgürleşiyoruz ve yaşama karışıyoruz
Arkadaş…
Sadece ortak ilgi alanların bulunduğu menfaat ilişkileri doğrultusunda ayna olan kişilerdir. Gerçek arkadaşlık yoktur; olanlar gelir geçer ve unutulur, geriye öğrettikleri dersler kalır. Dersi almazsam aynı tip arkadaşlarla yeniden karşılaşacağım demektir.
Arkadaşlar bize dünyanın birçok yanını gösteriyor ama en çokta oyun olan tarafını
Oyun…
Hayat bir oyundur klişesine istinaden oyuncu musun yönetmen mi başrolde misin figüran mı karar vermelisin. Diğerleri de kendileri için cevap vermelidir. Bana göre bir başrol oyuncusu, kendi oyununda figüran zannedebilir kendisini… Acı olan oyun ne zaman ve nasıl bitecek belli değil sadece kuralları bize aktarılmış ve uygulaman bekleniyor.
Evet, oyun çağımızı bitiyor ve yepyeni bir başlangıca adım atıyoruz
Okul…
Eski kafayla bilgi toplama ve öğrenme yeri. Ne yazık ki internet ile birlikte tüm bilgiler açığa çıktı. Kitap ezberlemek yerine anında bilgiye ulaşmak kolaylaştığından okulların da eski önemi kalmadı sanıyorum. Boş yere zihinler işgal ediliyor ve lüzumsuz bilgilerle dolduruluyor. Eziyet içinde öğrenmek kimi zaman insanları bezdiriyor. Öğretmeyi meziyet öğrenmeyi eziyet sayıyor çoğu yeni nesil…
Eskiden önlük giyerdik şimdi kıyafetler rengârenk oldu fakat oradaki görmemiz gereken asıl şey
Eğitim…
Gerçek eğitim evde ebeveynlerle başlar. Yaptıklarımı yapma söylediklerimi yap ilk görünendir. Ardından arkadaşlar ve çevre etkisi… Sonra da okul ve dayatılan öğretiler. İnsanlar gerçekten ne öğreniyorlar? Bunların ne kadarı eğitim bitince akıllarda kalıyor? Kalanlar da ne işe yarıyor acaba? Eğitim süreci bitmez; herkes sürekli birinden bir şeyler öğrendikçe eğitimi, yontulması, dönüşümü de devam ediyor demektir.
Sadece eğitim mi? Aslında başka şeyler oluyor orada
Öğretim…
Öğretim veya öğretmek ve öğretmen kelimelerine farklı anlamlar yüklüyorum. İyi okul mu vardır iyi öğrenci mi? Öğretmenin iyi olması mı önemlidir öğrencinin mi? Kötü bir okulun en iyi öğrencisiyle iyi bir okulun en kötü öğrencisi arasında nasıl bir yakınlık ya da uzaklık vardır? Düşünmekte fayda vardır.
Ve öğreten kişiler hayatta çok fazla yerde karşımıza çıkan bazen çok değer verdiğimiz bazen çok kızdığımız
Öğretmen…
Sanırım doktor, avukat ve öğretmenler en saygı duyduğum meslek guruplarıdır. İlahi bir görev olduğunu düşünüyorum. Belli bir konuyu anlatan ve sınavlarda not verenden öte hayata dair dersler veren öğretmenlerimi hatırlıyor rahmetle anıyorum…
Eğitildik ve öğretildik okul yıllarını terk ederken hatta okul yıllarının içinde iken bizi sevgisiyle sarıp sarmalayan hatta bizim nefesimizi kesen ve ayaklarımızı bulutlara yönelten
Sevgili…
İlk deneyimler çok önemli. İnsan zihni kayıtlar yapmaya alışık. Ardından gelen her deneyimde bir önceki ile kıyas yapıyor. Benim ilk sevgili tecrübem hüsranla bitmişti. Üzülmek, ağlamak, acizlik ve yetersizlik hisleriyle o zaman tanıştığımı düşünüyorum… Sonrasında öğrendim, kendimi yonttum sanıyorum.
Sevgili bize en çok birliktelik içinde iken sevmeyi öğretiyor değil mi? Peki
Sevgi…
Evrenin varoluşunun temelidir. Sevmek olmasa bizler varlığımızı sürdüremezdik. Sonradan sevgi dilencisi olmak istemiyorsan sadakanı şimdiden ver; sev! Sevgiyi beklemek yerine vermek depomuzu boşaltmaz. Sevgi de aynı bilgi gibi verdikçe azalmaz.
Sevgiyle yapılan bir iş hayatını hangimiz istemez ki? Ama o yola çıkmak hele ki bizde çok zor ama sınavlar, sınavlar ve sınavlar…
Sınavlar…
Yaptığın işi sevmiyorsan sevdiğin işi yap derim çoğu zaman. Risk yok mudur? Vardır elbet. Hayatını teraziye koyduğunda arzu ve isteklerinin seni kontrol ettiğini anladığında sen de farklı bir yola ya da yöne girersen kaybedeceklerinden çok kazanacaklarını görmeye başlarsın. Sınavlar geçilmeden yolun devamı gelmiyor maalesef. Hayat okulunda seçmeli dersler yoktur!
Başardığımızı göreceğimiz yüksek puanlarla birazcık istediğimiz bölümü kazandık ve yeni bir ben yolculuğu başlıyor
Üniversite…
Farklı geçmişleri olan değişik kültür ve coğrafyadan gelen insanlarla birlikte olmak fırsatı ve konusunda uzman kişilerin fikir ve yöntemlerini öğrenip daha ileriye taşımak için açılan bir fırsat kapısı diye düşünüyorum. 50 yaşımdan sonra Uzman Psikolog olmak üzere üniversiteye geri dönen biriyim.
Okuduk okulu bitirdik ve anne babamızın gurur kaynağı olduk ve hayatın asıl yüzüyle karşılaşmaya hazırız
İş…
Aradığım tam olarak nedir? Bulduğuma razı mı olmalıyım? İdealimin peşinde mi koşayım? Bana kendi doğrularını dayatan aile büyüklerini dinleyerek kendi hayatımdan feragat edeceksem eğer, gün gelecek ve geriye bakıp pişmanlık duyacağım. Bu yüzden kalbinin sesini dinle… Zihnini kalbine gömerek ilerle demekle yetineceğim. Zaman senden bağımsız ilerler. Geç olmadan uyanmakta fayda vardır.
İş deyince çalışma saatleri, yöneticiler, işçiler, makinalar, üretim araçları geliyor hemen akla ve işin sonucunda elde edilen değer
Para…
Çok önemli bir hayat unsurudur. Pek çok şey onunla alınabiliyor. Saygı itibar ve diğer bilinenler.
Para kazanmaya başlayınca idealler, hayaller, beklentiler devreye giriyor. Tamda burada
Sahip olmak…
Bir şeye sahip olmak yanılgısı yazık ki hayatın hızla geçişine sebep olabiliyor. Hiç bir şeye sahip değiliz sadece onun kullanım hakkı bize verilmiş. Beden bile bizim değilken başka neye sahip olduğumuzu düşünüyoruz ki?
İstediğimiz her şeye sahip olabilir miyiz? Ya eksik kalıyorsa parçalar, istediğimiz gibi yürümüyorsa işler
Mutluluk…
Mutluluğun an içinde olduğuna inanıyorum. Yani zihinseldir. Düşünceleri seçmek kabiliyeti bize bahşedilmiş onu kullanmak maharet istiyor. Bunun farkındalığı anların tekrarı gibi mutluluğu da sürekli kılabilir. Huzursa ruhsaldır. Oraya gelince pek çok şey de anlamını yitiriyor nedense. Huzuru bulmak sırlardan birine vakıf olmaktır.
Evet, mutluluk için yuva gerekiyor değil mi? Büyüdük ve bu yaşa kadar geldik şimdi ise bir yuva kurma zamanı
Evlilik…
Evlilik eski bir adet bir anlaşma gibi gözükse de inancıma göre bağlayıcı bir evraktan öte olmalıdır. “İki kişi tek kişi olmaktan iyidir” felsefesiyle büyüdüm. Kimse yalnız kalmamalıdır diye düşünüyorum.
Evlilik ev almak mıydı? Araba sahibi olmak mıydı? Zengin olmak mıydı? Paylaşmak mıydı? Hangisiydi evlilik?
Servet…
Ne kadar servet yeterlidir? Bir aylık birikim mi? Bir yıllık mı? Bir ömürlük mü? Ömrün süresi belli değilse eğer bu meblağı tespit etmek mümkün müdür? İnsanoğlu daha daha daha diyerek hayatın en büyük tuzağının içine düşer. Elinde olan hiç bir zaman yetmez. Ego bunu dayatır. Daha hızlı bir araba, daha büyük bir ev, daha güzel bir tatil diye diye zihin kıyaslayarak cennet ortamını cehenneme çevirmeyi becerebilir.
Dünyaya bir şeyler bırakmak gerek değil mi? Hep çalış kazan, mutlu ol, mutlu et ve bir gün aynada kendine bak…
Yüzleşme…
Kendinle yüzleşmekten korkma gördüğünü sevebilirsin! Sufizmde bahsi geçen aynalarla psikolojiden sözü edilen projeksiyon anlaşıldığında herkesin benim aynam veya aynım olduklarını görmeye başladım. Herkes benden bir parça ve benler. Onları anlamak için kendimi anlamam yeterliydi. Kendimi çözmekle birlikte onları da çözümlemeye başladım…
Vakit çok mu geç oldu uykudan uyanmaya ama hani her şey bizim içindi, tüm kazancımız sevdiklerimize daha iyi yaşam kazandırmak içindi… Ne oldu?
Farkındalık…
Bu sene Uzman Klinik Psikolog olarak birçok seminerler verdim. Festiva, Lions Kulübü, Genç Emekliler Derneği, Ulus Musevi Lisesi gibi değişik ortamlarda “Farkındalık Hapı” en çok ilgi görendi. Fark etmek, farkına varmak, uyanmak gibi kelimeler ve onlara yüklediğimiz anlamlar çok önemli. Her gün, günün her dakikası ne yapıyorsak ne için ve nasıl yaptığımıza odaklanmakta fayda var. Aksi halde birden yaşlanacak ve ömür nereye gitti diye soracağız. Birebir terapi seanslarında en çok sorulan ve ilgi gören konu budur.
Bilince çözülüyor mu tüm sorunlar? Bizi sonuca götürecek cevaplar hangi mecrada çıkacak karşımıza, okunacak en büyük kitap insandır adında bir kitap okumuştum
İnsan…
İnsan bilgi topladıkça öğrendikçe ne kadar eksik ve bilgisiz olduğunun da farkına varıyor. İnsanın ego ile tanışıp barışma yollarını bulması gerekiyor. Hepimiz insan olmaktan çok uzağız. Bir başkası olmak için çaba gösterirken kendimiz olamıyoruz. Terapiye gelen danışanlarımın kendileri olmak için gösterdikleri çaba kayda değer. Yıllar yılı başkalarına imrenip onlar gibi düşünmek ve davranmayı beceri saydıktan sonra kendini aramak yolculuğu da zorlaşıyor. Kendini ara bul tanı ve sev benim hayat sloganım oldu. Yaradılırken bize bahşedilen orijinal fabrika ayarlarına dönmemiz gerekiyor.
Evet; farkında varmamız gereken şey insan olduğumuz düşüncesi idi değil mi? Ama o kadar çok şeyin peşinden koştuk ki asıl olanı unuttuk
Düş…
“Yaşadığım hayatın bir rüya, gördüğüm rüyanın gerçek olduğu bir âlem düşlüyorum… Oradaydım. Var. Biliyorum.” Ben Benim kitabından alıntı… Gerçekle hayal, düşlerle hakikat arasında ince bir perde sır gibi gözükse de gözler açıldığında onları kapatmak artık zordur. Görenler bilir, bilenler susar; konuşmazlar… Düş kelimesi düşmekten öte yaratıcılığı çağrıştıran veya barındıran bir sözcük olmalıydı.
Evet; düş peşinde koştuğumuzda unuttuğumuz şey biz idik…
Ben…
Ben benden vazgeçmedikçe O’na ulaşamam. İçimde olan farklı benlerle tanışıp her biriyle barış sağladıktan sonra bir ben haline gelip o benden vazgeçerek Birlik yolunda adım atılabileceğine inanıyorum.
Tüm sorularının cevaplarının orada olduğu söylendi ve kitaplar, ritüeller ve teslimiyetler ile kapısını çaldığımız hayatın içinde karşımıza çıkan bir başka gerçek
Tanrı, Allah, Rab…
Ben varsa O’nu bulamam; ben yokluğunda O’na ulaşırım. Hayatın anlamı 7 milyar tanedir ve her gün değişmektedir ancak hayatın amacı ya bana hizmet etmektir ya da O’na.
Dendi ki ondan gelir ona döneriz her şey onadır ve dönüşte ona…
Toprak…
Toprak başlanan ve değişime uğranan yerdir. Halen uyku halinde olduğumuzdan topraktan geldik fakat henüz gitmiyor sadece ölüm değişim dönüşüm deneyimini tadıyoruz!
Her şeyden özgürleştiğimiz ve kendimizle buluştuğumuz bu anda yüzleştiğimiz aslında doğduğumuz an tapusu elimize verilen şey
Ölüm…
Hayatın bir gerçeğidir. Bu konu hakkında konuşmayı sevmemek, ölümü yok saymak acizliğin göstergesidir. Garanti olan bir şeydir. Kaçamayacağız… O yüzden ölümlü olduğunu hatırlarsan yaşamayı da öğrenirsin. Korkacak bir şey olmadığını öğrendiğinde de gerçek anlamda sevmeyi öğrenirsin.
Bunun içinde başlangıç olduğu söyleniyordu ve bütün deneyimlerin bir film gibi gözümüzün önünden akıp gittiği bizi yeni bir başlangıca taşıyan gerçeklik
Tekâmül…
Son durak mıdır? Sanmıyorum. Kabullenmekten öte olan teslimiyet durağından söz ediyoruz. Olması gerekenler olur; henüz olmadıysa da olacaktır nasılsa… Her şeyi Veren, Koruyan ve Kollayan bir merci olduğunun farkına varmak yola çıkmaktır. Ardından zaten yönlendiriliyorsun… İstersen teslim olma; bak bakalım nereye kadar gidebilirsin?
Gerçekten varlığını gidince göreceğimiz bu hayatta aslında hep var olan, içinde olduğumuz ama bir türlü fark edemediğimiz
Hiçlik…
Ben hem her şeyim hem her şey benim ve Ben’im demem yeterli olur sanıyorum.
Madem hiçlikteyiz o vakit gülümsemek gerek değil mi hayata? Bu sebepten giderken bayram yeri yapmalıyız bu ömrü ve kapanışı da öyle olmalı…
Gülümse…
Ruh geldiği yeri bilir gideceği yeri de… Bu yüzden buraya gelirken sonsuzluktan bir beden içine sıkıştığında acı çeker ağlayarak dışa vurur kendini… Ölümü tadarken ise huzur vardır, huzurdadır ve huzura ulaşmıştır. Gülümsemek esnemek kadar bulaşıcıdır. Dene ve tüm dünyanın da seninle birlikte gülümsemeye başladığını göreceksin…
Evet; biz böyle dile geldik. Siz’in yolculuğunuz bizim yolculuğumuz diye başladık söze ve yürek dizimi sözcükler ile son veriyoruz. Yeni başlangıçları doğurmak adına…
Okudugum kitaplarinin özeti gibi olmuş söyleşi okurken Ben Benim Vakitsiz kaybedenler Kesme şeker ve İnkar yolculuğunun satırları zihnimde canlandi