Fark Yaratan; Fark Ediliyor… Bireysel Marka Yolculuğu 2. Basamağı
Misyon Çalışması: Neden Varız?
İnsanın var oluşunun sırrı yaşamakta değil; yaşama nedenindedir…
Neden Varız? Bu yol ‘’Kendini Bilme’’ yoludur…
Der ki Maslow ‘’ İnsanın varoluş nedeni, kendini gerçekleştirmesidir…’’
Der ki Victor Frankl ‘’İnsanın varoluş nedeni, kendini geliştirmekten çok; kendini aşmaktır.’’
Bir sufi sözünde söylenildiği gibi ‘’ Her arayan bulamaz, ancak bulanlar arayanlardır.’’ Evet aramadaki tutkudur işin sırrı… Tutkuyla yol alırken “Bireysel Marka Yolculuğumuzun Misyon Durağındayız”. Tekrar merhaba… Sizleri kelimelerimin serinliğine davet ediyorum…
İnsan anlama susamış bir varlıktır. Hayatı anlamlı ve tahammül edilebilir kılacak bir manevi aidiyet ve yeryüzünde bir neden ararız. Tanrı tarafından bilinme ve bir değer verilme duygusu sağlar bize maneviyat. Saygınlık sunar. Geçmiş, bugün ve gelecek arasında bir bağ kurar. Neden sorusuna cevap bulan, nasıl sorusuna zaten cevap bulur… Neden sorusunun cevabı doldurulamadan verilen kararlar, sonuca ulaşamazlar.
Victor Frankl, Viyana Üniversitesi’nde psikiyatr ve nöroloji profesörü, birkaç varoluşçu terapistten biri olarak, insanın şartlanmış benliğin hapsinden kurtulup ölüm ve yokluk korkusunu yenebileceği kanaatinde idi. Ona göre insan varoluşunun anlamını bulmak zorundadır. Bu olguyu ‘anlam isteği’ olarak tanımlamıştır. Victor Frankl esir kamplarında 3 yıl kaldı. Bu süre içinde aile fertleri karısı dahil öldürüldü. ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı eserinde; insanoğlunun hiç görülmemiş zorluklarla dolu an’ları, içsel güç ve manevi inançla aşabileceğini kanıtlamıştır.
Günümüz toplumu manevi bir sıkışmışlık içinde yaşıyor. Şöyle bir genele baktığımızda en fazla dile duygu can sıkıntısı. Maneviyat arayışı bu sıkıntı içindeki benlik için vazgeçilmez bir önem kazanıyor. Maneviyattan uzaklaşmanın getirdiği yabancılaşma ve anlamsızlık , varoluşsal boşluk ve manevi krizlerle dışa vuruyor. İnsan güzel olandan uzaklaşıyor. Kendi özüne sadık kalamıyor.
Martin Buber’in sözlerini hatırlayalım; ‘’Kişisel sorumluluğun olduğu yerde, o sorumluluğun yerine getirilememesinden doğan suçluluk vardır”. Varoluşsal suç, insan dünyaya meşru bir cevap üretemediğinde ortaya çıkar.’’ Varoluşumuz ve sorumluluk birlikte anlam üretiyor… Ve öncelikle sorgulamamız gereken neden var olduğumuzdur. Varoluşumuz nasıl bir sorumluluk yüklüyor; bulunduğumuz yer ve zamanda neden varız? Üstlendiğimiz kimlik nasıl bir sorumluluk yüklüyor bize? Görevimiz nedir?
Dünyaya meşru bir cevap üretemediğimiz zaman kainatı ve varoluşumuzu onulmaz bir hızla tahrip ediyoruz. İnsan kendisiyle ve başkalarıyla ilişkilerinde sığlaşma yaşıyor. Benliğimizden daha yüksek bizi aşan bir ülküye muhtacız. Benliği aşan, onu daha büyük bir anlam içine dahil eden aşkınlık ile irtibat olarak tanımlayabileceğim maneviyat, insan olma tecrübesinin evrensel boyutu olduğu kadar; içsel, öznel bir farkındalığa da işaret ediyor. Gözlerimizi hem benliğimize; nefsimize, hemde ufuklara, kainata odaklamalıyız… Anlam ve gaye, neden, nereden, nasıl, nereye, hakikat ve değerler, etik etrafında süren arayış insanın içsel susuzluğunu dindirmek ve varoluşta izleyeceği yolu görebilmesinde büyük imkan sunuyor.
“Anomi” bir anlamsızlık hastalığı olarak tanımlanabilir. Derinden hissedilen neden varız’ın cevaplanamaması; kişinin çevresine ve dostlarına yabancılaşması anomi özelliklerindendir.
Jung şöyle der; “Mesele var olmanın tamlığıdır”. Hedef tamamlayıcılığa birliğe ulaşmaktır… “Ben biz olduğumuz zaman, ben’im’’ bilincidir yolumu aydınlatan… “Biz bilinci” için önce sağlam bir ben bilincinin yerleşmesi gerektiğini bilip, varlığını yitirmeden bütün içinde eriyip yok olup gitmeden öz ile bir olarak aynı zamanda kendi farklılığının ve kıymetinin bilincinde olmaktır… Birey olmak ‘’gerçek insan‘’ olmak demektir.
‘’ Su kaynakları doluyken, susuz kalırsam diye korkulara kapılmak en giderilmeyecek susuzluk değil de nedir?’’ diye sorar, H. Cibran. Evet kendimize dönüp; önce kendimizle yüzleşmek sonra kendimizde derin bir kazı çalışması yapıp kaynaklarımıza; ‘kendimizi bilme haline’ ulaşmalı, zenginliğimizi keşfetmeliyiz.… Ve der ki Jung ‘’Dışından değil; içinden.’’ Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Bu yolda olabilmek için öncelikle hür irade önemlidir. Önce kendinle barışıp, kendini sevme yoludur. Zihni özgürleştirerek ruhsal ve bedensel dönüşümü sağlamanın çetin yoludur. İnsan aklının tüm putlarını yıkmasının yoludur. Kendini bilmek her yönüyle kendini tanımak, idrak etmektir. Bu yol yaşam dümenini elinde bulundurup kendini her an sorgulayıp, değiştirme gücünü avucunun içinde bulunduranların yoludur. Hoşgörünün yoludur. Öğrencinin yoludur. ‘’Biliyorum’’ demeden ‘’ öğreniyorum’’ diyerek devam edebilmenin yoludur. Hayatımız boyunca evrene heyecanla ve şaşkınlıkla bakıp sürekli öğrenerek yaşayabilme çabasının yoludur kendini bilme yolu. Yolda olmak; yaşamak, yaşadığından ders almak, öğrenmek , ilerlemek, bilmek ve sevmektir. Eğer ders alınmamışsa sınavların hiç önemi yoktur. Zihni yeni olasılıklara açmaktır kendini bilmek. Denildiği gibi; hayatta en büyük başarı kendinle baş edebilmektir. Bu yol durmak için değildir, dinlenebilir ancak yavaş adımlarla da olsa dahi bir sürekliliği vardır. Evet bu yol eylemlerinin sorumluluğunu üstlenme yoludur. Bu yolda rehberimiz; bilim ve akıl rehberliğinde kontrollü sezginin gücüdür.
Okumak bilmek değil,
Öğrenmek herşey değil,
Söylemek yapmak değil,
İçselleştirip eylemde kendini gösterebilmek, kendini bilmektir OL hali…
Bireyin, birey olarak var olabilmesi; boşluktan kurtulması; yaşamda yol alması için bütüne ihtiyacı vardır. İnsan varoluşunu yansıtma ihtiyacı duyar. Ve bu yansıtmayı en etkin şekilde ait olduğu bütünün içinde gerçekleştirir. İnsan sosyal bir varlık, düşünebilmesi, konuşabilmesi için başkalarına ihtiyacı var. Birey bütünün içinde kendini gerçekleştirme imkanı bulur. Burada ‘’Aidiyet’’ kavramı ile karşılaşıp onun gücünü keşfediyoruz. Bütünle birleşip, bir olmanın ne denli önemli olduğu defalarca vurgulanmaktadır. Biz bilincini geliştirip, bir gruba ait olmak bireyi olumlu etkiler, birey bir yere ait olduğunu hisseder. Ait olduğunu hisseden birey boşluktan kurtulur. Bu durum bireysel gelişim için faydalıdır. Tabi gelişim için önce sağlam bir ben alt yapısı gereklidir. Aidiyet duygusunun, kabul görme ihtiyacının doyuma ulaşması; bireyin kendini gerçekleştirmesinde önemli rol oynar. Ve yine bu ihtiyacın doyuma ulaşması bireyin sağlıklı birey oluşunun, mutluluğunun kaynağıdır. Aidiyet, ait olunan bütünlüğe ilişkin bir bütünleşme çabasıdır. Dâhil olmak, ait hissetmek gibi benzeri bir takım hissiyatlar insan olmanın gereğidir.
Aidiyet, insanı ilişkilerinde anlaşılmayı, kabul görmeyi önceleyen bir kavram olarak karşımıza çıkar. Kelime anlamı ‘ilişkinlik’, ‘mensubiyet’, ‘ait olma hali’ olan aidiyet, asıl olarak ilişkilendirme ile anlaşılabilecek bir kavramdır. İlişkilendirmenin yönü herhangi bir nesneye, insana, topluluğa, etnik gruba ya da sosyal bir kategoriye olabilir. Bu durum insanın kendini tanımlamada kullandığı unsurların çeşitliliği nispetinde genişletilebilir. Kimliğe iliştirilen unsurların birey için ürettiği tanımlayıcı başlık, farklı bir açıdan bakıldığında aidiyetin bir parçası oluverir. Böylece kavram kimliğin bir parçası olarak yeni bir boyut kazanmış olur.
Aidiyetin önemli bir ihtiyaç ve bireyin benliğinde gelişen bir duygu olarak ele alınmasının yanı sıra kimlik inşası sürecinde bir bilinç durumu ile ilişkilendirildiği görülmektedir. İster kendi iradesiyle isterse iradesi dışında herhangi bir topluluğa, gruba ya da sosyal kategoriye mensubiyetiyle bireyler, benzerleriyle bir araya gelerek ortak bir kimlik altında toplanmakta ve bu ortaklık bilinciyle hareket etmektedirler. Bütünü oluşturan parçalar olduklarının bilincinde olan bireylerin, birbirleri için önemli olduklarına dair inançları, birbirlerine duydukları güven ve gösterdikleri dayanışma arttıkça aralarındaki aidiyet duygusunun güçlenmesi ise kaçınılmazdır. Toplumuna aidiyet duyan birey, kendisini o toplumun bir parçası olarak hisseder. Bireyin bu hissiyatı ise, bütünün parçalarının toplamından daha fazla anlam ifade etmesi bağlamında bir üst duyguya işaret eden aidiyet duygusunu güçlendirir, bireyi güçlü kılar, sinerji gelişir… Ait olunan bir kurum ya da bir grup insan olsun, kişiyi o gücün bir parçası haline getirir ve kendini güçlü hissetmesine neden olur. Kişi aidiyetiyle, ortak değerlerle kurulan bütünün bir parçası olduğu hissine kapılır ve güven ekseninde birlik olma gücüne sahip olur.
Isınma, barınma ve beslenme gibi fiziksel ihtiyaçlarımızın ötesinde; ruhsal ve düşünsel olarak sağlıklı olabilmek için insanın en temel ihtiyacı aitlik duygusunun hayatımızdaki yerini ve yoksunluğunu; bizi nasıl etkilediğini keşfetmek zorundayız.
Psikolojide ihtiyaç terimi, insanın gelişimi ve çevresiyle uyumsal bir ilişki kurabilmesi için gereken önemli koşulların eksikliği anlamında kullanılmaktadır. Eksikliğin duyulmasına “ihtiyaç”; bu eksikliği gidermek için organizmada beliren güce “dürtü”; organizmanın ihtiyacını gidermek için belli bir yönde etkinlik göstermesi eğilimine de “güdü” denir. Güdüler de birtakım davranışlara yol açar .Öncelikle bu güdülenme sürecinde bireyin ne tür ihtiyaçlarla davranışlarına yön verdiğine değinilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Maslow’un öne sürdüğü ihtiyaçlar dizini gerekli açılımı sağlayabilecektir. Maslow’un “İhtiyaçlar Kuramı”na göre insan, birbirine sıkıca kenetlenmiş ihtiyaçlardan oluşan bir bütündür. Bu ihtiyaçlar ise bir hiyerarşiye göre düzenlenmiştir. Bununla birlikte kuramda vurgulanan diğer ayrıntı ise, genel olarak bir alt düzeydeki ihtiyacın doyurulmadan, daha üst düzeydeki bir diğer ihtiyacın bilinçli yaşantı alanına giremeyeceğidir. Maslow tarafından geliştirilen ihtiyaçlar sıra dizini aşağıda verilmektedir.
Görülen bu dizinde ihtiyaçların karşılanmasının gerekliliği aşağıdan yukarıya doğru bir önem ve öncelik arz etmektedir. Maslow’un kuramında en yüksek ihtiyaç kendini gerçekleştirmedir. “Doruk yaşantılar” ise, kendini gerçekleştiren insanın potansiyel olarak sahip olduğu yeteneklerini ortaya koyduğu ve isteklerini gerçekleştirdiği yaşantılar olarak açıklanabilir. Ve yine görüldüğü gibi kişinin ‘Kendini Gerçekleştirmesi’, ‘Bireysel Marka Yolculuğunda’yol alıp fark taratabilmesi için öncelikle aidiyet duygusunun doyuma ulaşabilmei gerekmektedir…
Hayatta karşımıza çıkan kararlar karşısında doğru adımlar atabilmek, mutsuzluk ve çaresizlik yaşadığımız zaman sebebi anlayabilmek ve toparlanabilmek için insanın ait olma ihtiyacını anlamalıyız.
Farkında olmadan yaptığımız çoğu eş,iş,tüketim harcaması ve gündelik seçimlerin arkasında dönüp bitenleri çözebilmek için insanın ait olma ihtiyacını anlamalıyız.
İç dünyamızda yaşadıklarımzı anlayabilmek ve kendimizle doğru şekilde konuşabilmek için ait olma ihtiyacının yerini anlamalıyız.
Hangi dine mensupsun?
Hangi ülkedensin?
Hangi şehre ait hissediyorsun?
Hangi dili konuşuyorsun?
Hangi takımı tutuyorsun?
Kendini hangi markalarla anlatıyorsun?
Hangi okul kimliklerine aitsin?
Hangi kurumsal kimliği taşıyorsun?
Hangi cinsiyettensin?
Hangi ırktansın?
Hepimiz bir aileye, bir topluluğa ait olmak isteriz. İlk etapta, bizim “kim olduğumuzu” ait olduğumuz aile, doğduğumuz şehir , okuduğumuz okul, içinde bulunduğumuz arkadaş grubu tanımlar. Varoluşumuzu yansıttığımız ortamdır; kendimizi ait hissettiğimiz gruplar, ekipler, topluluklar. Bizi sosyal ve psikolojik açıdan güvende hissettirir. Sadece bizim değil, doğadaki diğer canlıların da sürüler halinde hareket etmesi tesadüf değildir. Kabul görmek, kendimize benzeyen insanlarla dayanışma içinde olmak bize güven ve huzur verir. Bu bağlamda sadık kalmak ve itaat etmek aidiyetin sürekliliği için önemli işlevlerdir. Ait olduğumuz yerde kendimizi güvende hissederiz. Zor zamanlarda dayanışma ve mutlu zamanlarda paylaşım hayattaki yalnızlık duygumuzu azaltır. İnsanlar benzerleriyle bütünleştiklerinde kendilerini güçlü hissederler. Aidiyet duygusu insanları bir arada tutan “çimentodur.”
Birçok psikolojik çalışmanın ortaya koyduğu gibi kendini bir “bütüne, gruba” ait hissetmeyenlerde “değersizlik” duyguları gelişir. Psikolojik, sosyal ya da kültürel olarak “ait olamayan” insanlar kendilerini dışlanmış hissederler. Dışlanan bireylerde psikiyatrik sorunlara sık rastlanmaktadır. Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümünden Dr.Thomas Glass 3000 kişiyi, 10 yıl boyunca takip ettiği araştırmasında, güçlü sosyal bağlara sahip olan insanların, çok daha sağlıklı yaşadıklarını bilimsel olarak kanıtladı. Bu insanlar sadece mutlu ve huzurlu hayatlar sürmekle kalmıyor, fiziksel olarak da çok daha sağlıklı oluyorlardı.
Fakat insan sadece “ait olmakla” yetinecek bir varlık değildir. Grubun gerisinde olmak istemeyiz. Fark yaratmak isteriz. Ait olmak da, farklı olmayı istemek de insana özgü motivasyonlardır. Grubun içinde tercih edilen; takip edilen olmak isteriz. Ait olma ve özgün olma ihtiyacı, birbirini tamamlar. Bazen biri, bazen diğeri öne çıksa da; bu ihtiyaçların şiddeti artıp azalsa da herkeste bu iki ihtiyaç birlikte vardır: Ve bu iki ihtiyacında birbirine ihtiyacı vardır. Hem “biz olmak” hem “ben olmak” birbirini tamamlar. Evet ‘’Ben, biz olduğumuz zaman ben’im’’ bilinci…
Misyonumuz varoluş nedenimizdir; hayattaki rolümüz, görevimizdir, görevimizi nasıl yerine getirdiğimizidir.
Misyon bireyin anayasasıdır…
Misyonumuz yaşam felsefemizdir. Her insanın kendi felsefesini oluşturması için kendisine zaman ayırması gerkmektedir. İnsanoğlunun varoluşta yapacağı ilk hamle ve diğer hamlelerinin kaynağıdır. Her insan önce varoluş nedenini; varoluştaki görevini; kendini; nasıl bir yaşam sürmek istediğini tanımlamalıdır. Hepimizin bir kağıda yazılmış; her sabah ziyaret edebileceğimiz bir beyana ihtiyacı var. Bu beyan gün içinde tercihlerimizin yönünü belirleyecek bir pusula ve yaptığımız en iyi hareketlere tutunmamız için bir çaba görevi üstlenecektir. Bu felsefi beyan olmadan hayatımıza gün içinde karşınıza ne çıkarsa çıksın ona tepki göstererek, bir yaprağın savruluşu şeklinde yaşarsınız.
Varoluş nedenimiz bireysel marka oluşturma sürecinin önemli bir başlangıç noktasıdır. Bireysel markamızı misyonumuz üzerine inşa ederiz. Misyonumuz; hayattaki pusulamızdır. Aksi takdirde yolumuzu kaybederiz. Misyon bireysel marka yönetiminde stratejik amaçlarını nasıl gerçekleştireceği belirleyen çerçeveyi oluşturmaktadır. Amacı net şekilde ortaya koyan, bizim diğerlerinden farkımızı ortaya koyan, uzun dönemli kalıcı ifadedir; ‘’neden’’ sorusuna cevap vermektedir. Neden varım; ne yapmayı tasarlıyormun en sade ifadesidir misyon. Misyon kararların verilmesine dayanak oluşturan temeldir.
Ve yine misyonumuz; bulunduğumuz organizasyon, kurum, ekipteki varoluş nedenimiz; sorumluluğumuzun getirdiği görevdir. İnsanın yaşamının her evresi için farklılık gösteren temel kavramlardandır. Bireyin aile misyonu, sosyal misyonu, iş dünyasındaki misyonu birbirinden farklı olsa da tüm bu farklılıklar varoluştaki ana misyonumuza hizmet etmektedir. Bireyin misyonlarının birbiriyle uyumlu olması bireyin yaşamının daha verimli ve doygun, toplumda daha etkin olmasına yol açar. Misyon; stratejinin izleyeceğimiz yolun temeli sayılmakta ve bu yolda nasıl ilerleyeceğimizi kapsamaktadır. Misyonun stratejik kararlardan önce tanımlanması gerekmektedir. Böylece bireyin neyi yapacağını, topluma ne tür hizmetler vereceğini misyonu belirlerken, birey kaynakları ile bunları nasıl gerçekleştireceği stratejinin konusudur. Misyon stratejinin temeli sayılmaktadır. Stratejinin daha somut hale gelmesine katkıda bulunarak, uygulamayı kolaylaştırmaktır.
Misyon; vizyon, motivasyon, amaç, hedef ve strateji ile anılması gereken, onlarsız anlamı tamamlanmayan bir sözcüktür. Olgunlaşmış veya profesyonelim diyen birey; vizyonunu oluşturmuş, misyonunu tanımlamış, hedeflerini ve stratejilerini belirlemiş biridir.
Misyonunu tanımlayamayan bir insan; var oluş nedenini, hayattaki görevini de tanımlaması mümkün değildir. Birey varoluş nedenini sorgulamamışsa, ortaya anlamsızlık gibi insanla örtüşmeyen bir durum ortaya çıkar. Bireylerin misyon ve vizyonlarını tanımlamaları, farklı aşamalarda yaşamsal çelişkilerini en aza indirmeyi sağlar. Vatandaşlık, meslek edinme, evlenme, çocuk sahibi olma ve kişiye göre ilave edilecek farklı aşamalardan oluşur.
İnsan nereden gelip ne yaptığı ve tekrar nereye gideceği konusunu kendinde sorgulamalı; ne istediğini, amacını kendisinin ve bütünün yararı doğrultusunda irdeleyip netleştirmeli.
Ve yine derki Mevlana ‘’Kendinden kendine sefer eyle”…
Misyon Oluşturma Süreci
1- Ben düşüncesinden, biz düşüncesine ulaşmak. Misyonu ortaya koymanın ilk adımıdır. Bütünle birlikte varız…
2- Bugünkü ve gelecekteki “ben”i tanımlama; bireyin bugün var olan ve gelecekteki var olması istediği haliyle kendini ifade etmesidir.
Bu ifade Misyon, aşağıda ifade edilen sorulara cevap verebilmelidir;
– Varoluş nedenimiz ve görevim nedir?
– Temel değer ve inançlarımız nelerdir?
– Ben kimim? Ne yapıyorum?
– Beni diğer insanlardan; ayıran fark nedir?
– Gelecek üç, beş yılda kendimizde ve işimizde ne gibi farklılıklar olabilir?
– Sosyal, ekonomik bağlantılarımız nasıl olmalı?
– Hizmet verdiğimiz insanlar kimlerdir ve bizden ne beklemektedirler?
– İçinde bulunduğumuz ortamda neden varım?
– Bu insanlar, bu ekip içinde nerede bulunmak istiyoruz?
– Biz kimiz? Bizi diğer insanlardan ayıran farklar nelerdir?
– “Ne yapmaktayız, nasıl yapmaktayız, kimin için yapmaktayız ve niçin yapmaktayız?” Sorularının cevaplanması gerekmektedir.
3-Gelecekteki “ ben” in nasıl başarılacağını açıklama; çekirdek misyonda tanımlanan stratejik amaçlara ulaşmada, daha özel hedefler ortaya koymayı ifade etmektedir. Bu da çekirdek misyonunun gerçekleştirilmesinde kritik rol oynayacak önemli ve öncelikli alanları belirlemeyi, bu alanlarla ilgili hedeflere dönüştürmeyi gerektirir. Çoğu kez bu alanlar kişiyi ayakta tutar, varlığını sürdürmesine en önemli katkıyı sağlar.
4- Gelecekteki “ben”in başarılması için; içsel gelişme stratejileri belirleme, gelişme stratejilerinin belirlenmesinde öncelikler bireyin yetersiz, sorunlu alanlarına verilmelidir.
Varoluşta ve bulunduğumuz kimlikteki misyonumuzu en sade cümlelerle tanımlarken;
– Uzun dönem gçerliliğini korurur
-Değerler ve inançları vardır.
-Nitelikle ilgili bir değerdir.
-Kişiye özgü ve özeldir.
-Uygulanabilirdir; yeni fırsatlara yol açıcıdır.
– Misyon ifadesi, çok uzun cümlelerden oluşmamalı, açık ve çarpıcı şekilde ifade edilir.
– İfade motive edici olmalı ve ifade de kendimiz veya ait olduğumuz birleşim hakkında pozitif düşünceleri ve duyguları ortaya çıkaracak içerik bulunmalıdır.
– Hizmetin yerine getirilme sürecini özetler, hizmetin nedenini tanımlanır.
– Bireyin ürettikleri; görevleri ve görev alanını belirtilir.
Hedeflenilen noktaya ulaşmak için işe başlamanın bilinen en etkili yolu, bir kişisel misyon bildirgesi, felsefesi ya da inancı geliştirmektir. Burada odak noktası, kim olduğumuz ve kim olmak istediğiniz (karakter), ne katkı sağladığımız, ne başardığımız ve olmanın, yapmanın temelindeki nedenler, değerler ya da ilkelerdir. Her birey eşsiz olduğu için, kişisel bir misyon bildirgesi hem içerik hem de şekil bakımından bu eşsizliği yansıtır.
Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere misyon bireyin varoluştaki üstlendiği kimlikte; var olması, üretmesi, kendini ifade etmesi, olması, markasını ve itibarını yönetebilmesi için izlemesi gereken stratejilerin başlangıç noktası; stratejilerini gösteren yol haritasıdır. Misyon çalışmasını tamamlamış birey, kendini gerçekleştirip, ürettiği ve kendisinin markasını yönettiği gibi, diğer insanların da kendini gerçekleştirmelerinde katkı sağlayacaktır. Sinerji oluşturarak aidiyetin pekişmesine yardımcı olacaktır.
Bireylerin; liderlerin varoluş nedenlerini sorgulayarak belirledikleri misyonları tüm hayatları, ekiplerini, kurumlarının başarılarını etkilemektedir.
CEO Denise Morrison, şahsi misyonunu “Lider gibi hizmet, dengeli yaşam ve farklılık yaratmak için etiğe uygun davranış” olarak tanımlıyor.
Oprah Winfrey ise kişisel misyonunu, “Öğretmen olmak. Öğrencilerime elimden geldiğince ilham verebilmek” olarak açıklıyor.
CEO Hilal Suerdem “başkalarına yol açmayı” kendisine hayat şiarı edinmiş liderlerden. “İnsanlara örnek olabilmek, etrafımdakileri olduğu konumdan daha iyi konuma taşımak misyonumun özeti” diyor. Suerdem, “Hayatı büyük bir okul, her günü de bir ders günü” olarak kabul ettiğini söylüyor ve bunun kendisini başarıya götürdüğünün altını çiziyor.
‘’Önemli olan var olmak değil; ne katkı yaptığındır’’ ve alt başlıkları olarak “sorumluluk almak, sorgulamak, sürekli öğrenmek, öğretmek, hem kendimi hem de içimde yaşadığım topluma; ve ışığımın ulaşabildiği tüm insanlara katkıda bulunmak ve olmak” kelimeleri benim misyonumu oluşturmakta… Ve sizlere bireysel marka yolculuğunuzda kendi misyonunlarınızı oluştururken ‘’herşey sizinle başlar’’cümlemi hatırlatmak isterim. Bu süreçte belirlediğiniz misyonunuz sırtınızda dağ; yolunuzda ışık olsun!
Misyon çalışmamızda; hayata hayret nazarıyla bakmak ve böylece kainatı ve insan nefsini saran güzelliği fark etmek, bu çalışmanın ilk adımı. Yaşam tüm canlılar için olduğu gibi insanlar içinde bir tekamül süreci; öğrenme ve gelişim; katkı süreci… Bu süreci gerçekleştirebilmek; kaynağını misyonumuzu belirlemekten alıyor. Gelişime doğru yapılan, yapılması gereken herşey insanlığın görev bilincidir. Kendi kendisine yüklediği görevleri yerine getirenler; gönülleri sevinç ve sevgi ile dolarak, hem kendi yaşamlarını, hem başkasının yaşamlarını nurlandırır. Yolculuğunuzun kendisinin; ruhunuza varoluş aşkını hatırlatacağını, o aşkla içinizi şeffaflaştıracağını ve güzelliği aksettiren bir ayna olacağına ümit ederek, bir sonraki durağımız Vizyon Çalışması Basamağında gözlerinizle kelimelerimin tekrar buluşması; tüm gönüllerin aynı Aşk’ı ve Işığı paylaşması dileğiyle…
Misyon Bildirgesi
Kendini tanı
Kendinin en yeni versiyonu ol
Herşey seninle başlar
Anlamak için dinle
Her zaman pozitif ol , çözüm odaklı ol
Sürekli gelişim; kendini aş
İnandığın yolda kararlı ol
Başarısızlık; başarı yolunda basamağındır
Düşünülmeyeni düşün, fark yarat; örnek ol
Günün sonunda; yaşamının sonunda hissettirdiklerin kalır
Değerlerinin hayat ağacın; yoksa yaprak misalisin
Bir başarıyı biri yapabildiyse; sen de yapabilirisin…
Yarının işini bugünden tasarla
Hatalardan korkma: sadece o hatalara yaratıcı, yapıcı ve düzeltici tepkiler vermemekten kork.
İyi görün
Her insan eşsizdir
En değerli an; şu an. Şimdide ol; elindeki işe odaklan
Ben biz olduğumuz zaman Ben’im